BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, barış süreci ile ilgili son değerlendirmeleri Mine Şenocaklı’ya yaptı.
Müzakere
sürecinde AKP’ye yol göstermek durumundayız. Sadece biz değil, herkes
yol göstermelidir. Çünkü AKP’nin ekibi, bu işi kotaracak kapasiteye
sahip değil… Bence hükümetin artık bu dağınıklığı, çok sesliliği, kafa
karışıklığını bir tarafa bırakması ve birini koordinatör olarak ataması
lazım. Kim olursa olsun, bizim için fark etmez. Onun dışında hiç kimse
konuşmamalı…
- Kürtler’den “Bu kadar kan boşuna mı aktı?” diye düşünenler var… Türkler’den ise “Bölünüyoruz” diye düşünenler var…
Bu konuda söyleyebileceğim şudur; ne Kürt ne de Türk kamuoyunun
korkmasına gerek yok. Olmuş bitmiş bir şey yok. Ne olursa bundan sonra
görüşerek, tartışarak olsun istiyoruz. Ama bizim yaklaşımımız şudur;
evet, Türklerle Kürtler birlikte yaşamalı, Türkiye’nin sınırları içinde
çözüm olmalı. Fakat bu çözüm demokratik, hakça, eşitçe olmalı. Kürtler
de halk olarak dilde, kültürde, yaşamda, eğitimde, yönetimde, söz
söyleme hakkında Türklerle eşit olmalı. Türkiye’de bir Türk gibi değil,
bir Kürt gibi yaşama hakları olmalı. Bunun formülleri ise müzakere
aşamasında tartışılırsa bizce daha sağlıklı olur.
- Yine de bize somut bir örnek verebilir misiniz?
Örneğin, şu anda Diyarbakır Belediyesi’nin yaptığı 33 yeni park var…
Yani salıncakların, çocuk bahçesinin, ağaçların olduğu bildiğiniz küçük
park. Bu parkların ismi kaymakamlık tarafından yasaklanmış durumda.
Şöyle bir tabela vardır, giderseniz o parkta görürsünüz; Kayapınar
Belediyesi nokta nokta nokta parkı… Altta parantez içinde de şu yazar;
“Bu parkın Berfin olan ismi Kürtçe olduğu için kaymakamlık tarafından
yasaklanmıştır ve bu konudaki dava sürmektedir.“ Tabela budur
Diyarbakır’daki parklarda. Bu ülkede Kürtler kendi kültürlerinden bir
ismi koyamıyorlar parklara. Park ya! Devlet ismi demiyorum, parka o ismi
koyamıyorlar. Çocuklarına isim koyarken w, x ve q harfi kullanamazlar.
Türk alfabesinde yoktur bunlar çünkü… Ama Kürt alfabesi, fonetik olarak
bu üç harf üzerine kuruludur. Onu Türk alfabesinden en fazla ayıran da
bu üç sestir. Fakat bu üçünü kullanarak çocuklarınıza isim koyamazsınız.
Hatta bunu TRT Şeş yasadışı olarak kullanmasına rağmen…
Bu ülkede bir Türk gibi değil, bir Kürt gibi yaşama hakkımız olmalı
- Öyle mi? Benim hiç dikkatimi çekmedi.
Tabii. TRT yasadışı kullanıyor. Çünkü bu harfleri kullanmadan Kürtçe
konuşamazsınız, yazamazsınız… Şimdi, Türklerin şunu anlaması lazım; bu
kültürün, bu dilin kendini eğitimde, kamusal alanda ifade etmesi Türk’e
ait olan bir şeyin Kürt’e verilmesi anlamına gelmiyor. Zaten Kürt’e ait
olan ve zorla Kürt’ten gasp edilmiş olanın iadesi anlamına geliyor.
Buradaki Türk’ün kafasını karıştırabilecek şey nedir? Acaba Kürtler
artık Kürtçe eğitim yaparsa, her şeyleri Kürtçe olursa birbirimizi
anlamayız ve giderek artık birbirinden kopan iki ayrı topluma dönüşür
müyüz? Bunu da biz her zaman şöyle anlatmaya çalıştık; bizim niyetimiz
Kürtler ve Türkler birbirini anlamasın niyeti değil.
Kürtler artık
bundan sonra hiç Türkçe konuşmasın, Türkçe öğrenmesin derdinde de
değiliz. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı her Kürt ana dilinde eğitim
yaptığı bir okul olursa, birinci sınıftan üniversiteye kadar her sınıfta
zorunlu olarak Türkçe öğrensin. Vatandaşı olduğu ülkenin dilini en iyi
şekilde öğrensin. Kendi ana diliyle Kürtçe eğitim yapıyorsa bile… Zaten
bu ülkede Türkçe resmi dil, en yaygın dil, medyanın dili, eğitimin dili…
Siz bir çocuğa Türkçe öğrenme de deseniz o öğrenecektir bu ülkenin
vatandaşı olarak. Bir Türk Almanya’ya gittiğinde çocukları Almanca
öğrenmiyor mu? İstediğin kadar engellemeye çalış, o ülkenin resmi,
yaygın dilini öğrenir. Ama kendi ana dilinde eğitimle birlikte bunu
yaparsa hem kendi dilini, kültürünü korumuş olur, hem de eğitimde ve
kamusal alanda daha başarılı olur… Başka bir dilde eğitimi zorla ona
dayatırsanız hem asimile etmiş, kültürel kıyım yapmış olursunuz, hem de o
insan asla başarılı olamaz.
- Aslında AK Parti döneminde bu konularda yol alınmadı mı? Kürt meselesinde bir yerlerden bir yerlere gelinmedi mi?
Gelindi, doğru…
- TRT Şeş de simgesel bir örnek olarak yol alındığını gösteriyor… Bu
ülkede Kürt meselesi var bile denemiyordu. Rahmetli Şerafettin Elçi bu
yüzden hapis yatmadı mı?
Evet, AKP döneminde bir yerden bir yere gelindi ama az da bir süre
değil, 10 yıldan bahsediyoruz… Biz buna şükür mü etmeliyiz, yoksa AKP
döneminde gelinmesi gereken yere gelinmediği için hükümeti eleştirmeli
miyiz? Çok önemli çözüm fırsatları vardı AKP döneminde… Bu sorun tümden
çözülebilirdi, bitebilirdi. Hükümet bunu değerlendirmek ve sorunu tümden
çözmek yerine, her fırsatı kendi seçim kazanımına dönüştürmeye çalıştı.
1999 ve 2004 yılları arasında bırakın ateşkesi, Türkiye sınırlarında
tek bir silahlı PKK’li yoktu.
Peki TRT Şeş o dönemde mi açılmıştır?
Hayır. Kürtçe kursları o dönemde mi açılmıştır? Hayır. Adımları ne zaman
atmıştır AKP? Dikkat edin, ne zaman ki kendi seçim kazanımları riske
girmiş PKK’den ateşkes istemiş…?Bunu başarmış, ateşkes ortamında
seçimlere gitmiş, seçimden daha güçlü çıkınca, yeniden fiilen ateşkesi
bozup çatışmaya başlamış… Bu aralarda da zorlandıkça TRT Şeş ve benzeri
adımlar atmıştır. Oysa özellikle 2002-2004 arası, AKP’nin hükümet olduğu
ilk 2 yılda sorunların birçoğu rahatlıkla çözülebilirdi. İnsan hakları
standartları açısından baktığınızda AKP, elindeki fırsatların ancak
yüzde 10’unu değerlendirebilmiştir. Evet, AKP döneminde ilerleme
katedilmiştir, olumlu adımlar atılmıştır, bunlar inkar etmemiz gereken
şeyler değil ama sırf bundan dolayı da AKP muazzam işler başarmıştır
demek de gerekmez. Muazzam işler başarma fırsatlarını teptiği için
eleştiriyoruz biz AKP’yi. Çünkü başka hiçbir hükümetin AKP kadar şansı
yoktu. İşte, bakın 2011 seçimlerinde müzakereler koptu ve o günden bu
yana binden fazla insan yaşamını yitirdi. Ama artık kaybedecek zaman
yok. Yani AKP oyalama, zaman kazanma taktiğini kullanacak durumda değil.
Biz AKP’yi muazzam işler başarma fırsatını teptiği için eleştiriyoruz
- Neden?
Çünkü bölgesel gelişmeler de artık AKP’nin kontrol edemeyeceği ve
AKP’yi çok çok aşan bir boyutta seyrediyor. Sadece kendi seçim
gündemine, başkanlık, cumhurbaşkanlığı veya yerel seçim gündemine
endekslenen bir süreç olamaz. Çünkü Suriye meselesi, bütün bunları aşan
ve AKP’yi çok daha zora sokabilecek bir pozisyon yaratabilir.
Seçimlerden çok daha ciddi bir risktir hükümet açısından. Hükümetin
orada mesafe katetmesi için de mutlaka Suriye’deki Kürtlerin desteğini
kazanması gerekir. Oradaki Kürtlerin desteğini alabilmesi de buradaki
gidişata bağlıdır. O yüzden sadece AKP seçim takvimini kullanarak bu
meseleye yaklaşamaz. Bizi de, AKP’yi de, hepimizi aşan ama hepimizin bir
şekilde de etkili olduğu, çözümü zorlayan bir mesele Suriye meselesi… O
yüzden kaybedecek zamanı yok hükümetin. Hiçbirimizin yok. Bir de olaya
insani açıdan bakıyoruz tabii. Kaybettiğimiz her gün, her saat insanlar
ölüyor.
- Diyarbakır mitinginde samimiyet sınavını aştığınız, AKP’nin istediği çizgiye geldiğiniz söylendi…
Şunun bilinmesini istiyoruz; AKP için, AKP’nin hatırına girdiğimiz bir süreç değil bu süreç. AKP’nin kadir kıymetinden, AKP’nin değerinden kaynaklı bir umut oluşmuş değil. AKP’nin de sürece şu şekilde yaklaşmaması lazım; Başbakan Erdoğan kendisi dışındaki herkesi enstrüman olarak görüyor. Bu üstenci bakıştır ona bu sözleri söyleten. “Ben merkezdeyim, en üstteyim, hepinizi yönetirim” demek istiyor… Bu çok yanlış. Maalesef AKP’nin kurduğu dil veya süreci yönetme şekli çok acemice.
Şunun bilinmesini istiyoruz; AKP için, AKP’nin hatırına girdiğimiz bir süreç değil bu süreç. AKP’nin kadir kıymetinden, AKP’nin değerinden kaynaklı bir umut oluşmuş değil. AKP’nin de sürece şu şekilde yaklaşmaması lazım; Başbakan Erdoğan kendisi dışındaki herkesi enstrüman olarak görüyor. Bu üstenci bakıştır ona bu sözleri söyleten. “Ben merkezdeyim, en üstteyim, hepinizi yönetirim” demek istiyor… Bu çok yanlış. Maalesef AKP’nin kurduğu dil veya süreci yönetme şekli çok acemice.
Benim en büyük kaygım, bunlar bu işi beceremeyecekler. Yani ne
çözmeyi becerebiliyorlar ne tasfiye etmeyi. O nedenle çözümü bulabilmesi
için AKP’ye yol göstermek durumundayız. Sadece biz değil, herkes yol
göstermelidir. Çünkü AKP’nin ekibi, bu işi kotaracak kapasiteye sahip
değil. Başbakan Erdoğan’ın etrafındakilerin, AKP?sözcülerinin
değerlendirmelerini okuduğumda her gün daha da kaygılanıyorum. Bazen o
kadar ucuz, o kadar basit, yüzeysel değerlendirmeler yapılıyor ki…
Tarihin Ortadoğu’da geleceği yeniden şekillendirdiği bu dönemde, soruna
bu kadar yüzeysel, çözümden, gerçeklikten uzak, sorunun özünü ve
aktörleri dışlayan, denklem dışına itmeye çalışan bir dille
yaklaşılabilir mi? Bence hükümetin artık bu dağınıklığı, çok sesliliği,
kafa karışıklığını bir tarafa bırakması, birini koordinatör olarak
ataması, onun dışında da hiç kimsenin konuşmaması lazım.
- Sizin bir öneriniz var mı?
Hiç önemli değil. Hiç fark etmez bizim için… Bu onların vereceği
karardır. Ama sonuçta bu kararı verirken herhalde geçmiş deneyimleri
veya deneyimsizlikleri göz önünde bulunduracaklardır. Kendileri
bilirler. Biz onlar adına konuşamayız. Ama isteriz ki çok sesli, kafası
karışık, her kafadan bir ses çıkacağına ciddi bir ekiple muhatabımız
olsunlar. Bizim ciddi, bütün bu konuları tartışabilecek bir ekibimiz
var… O zaman çok daha hızlı yol alabiliriz, akan kanı durdurabiliriz…
ÖCALAN’I HİÇ GÖRMEDİM!
- İmralı’ya Ahmet Türk’le birlikte sizin gideceğiniz söyleniyor…
Adalet Bakanlığı’na resmi bir başvurumuz var. Ama böyle bir izin yok henüz.
- Siz hiç Öcalan’ı görmemişsiniz sanırım…
Doğru, görmedim. Ne cezaevinin dışındayken ne de cezaevine girdikten sonra kendisiyle hiç karşılaşmadım…
- Ne hissediyorsunuz? Sizin için ne anlam ifade ediyor bu karşılaşma?
Sadece Kürtler üzerinde değil, Ortadoğu ve Ortadoğu politikaları
üzerinde etkili olan ve 14 yıldır bir hücrede tutulan, yaşamının çok
önemli bir kısmını da Kürtler için mücadeleye adamış bir şahsiyeti
görmek benim için heyecan verici tabii… Ama bu kişisel bir cezaevi
ziyareti değil. Bütün toplumu, bütün halkı ilgilendiren bir mesele
olduğu için herhalde her birimiz sorumluluğumuz çerçevesinde yaklaşırız
bu tür görüşmelere… Konuşacağımız her şey bütün bu siyasal sürece, bütün
bu görüşmelere dahil olur. Çünkü o konuşmada, o görüşmede kaybedecek
hiç bir saniye yoktur. Bizim açımızdan da kendisi açısından da… Biz
muhtemelen çözüm önerilerimizi, dışarıdaki süreç değerlendirmelerimizi
paylaşırız. Kendisi de bugüne kadarki ve bundan sonra olabilecek
yaklaşımlarını paylaşacaktır diye düşünüyorum.
Kürtçem, Türkçem kadar iyi değil
- Can Dündar’ın yazısından öğrendik, Kürtçe dersler alıyormuşsunuz…
Evet. Kurmanci, yani Kürtçe’nin bir lehçesinin derslerini alıyorum…
- Ne kadar zamandır?
Periyodik olarak ders alamıyorum tabii. Çok zamanım olmuyor. Fırsat
buldukça kendim çalışıyorum. Geçen sene bir hafta kadar ders aldım… Ben
Kürtçe’nin Zazaca lehçesini biliyorum. Annem de Zaza’dır ama Kurmanci
çok daha yaygındır bizim orada. Bir de Hakkari milletvekili oldum şimdi.
Hakkari’de herkes Kurmanci konuşuyor. O lehçeyi de biliyordum işin
doğrusu. Öyle çok yabancılığım yoktu ama şimdi daha iyiyim. Kurslarla
daha iyi öğrendim… Çocuklar da biz de anlarız ama Türkçe kadar iyi
kullanamıyoruz. Çünkü 20 yıldan fazla Türkçe eğitim almışım ben. 6-7 yıl
üniversitede, ondan önceki 12 yılda da tüm eğitimim Türkçe… Türkçe daha
hakim olduğumuz bir dil. Kürtçe’yi o kadar iyi bilmiyoruz. Bilmemiz de
mümkün değil. Ama yine de geliştirelim diye uğraşıyoruz. İyi bir siyasi
konuşma yapamam mesela ben Kürtçe. Hakim değilim o kadar.
Halk olarak sorunu var Kürtlerin, yoksa gelin damat olarak değil!
- Şehit cenazelerinde ya da PKK’lı cenazelerinde ne hissediyorsunuz?
Bir defa sorumlu hissediyorsunuz kendinizi… Tabii ki, biz barışı
başarmış olsak bu insanlar ölmeyecekti. O anda üniformasını
görmüyorsunuz ki! Ben bütün ölenlerin gözlerine bakıyorum fotoğraflarda…
Onun taşıdığı üniformaya değil… Polis, asker, yüzbaşı, binbaşı,
gerilla, kimse, hepsinden öte o insanların gözleri var. Üniformayı
çıkardığınızda hepsi insan… Onların anneleri var, babaları var…
- Daha önemlisi çocukları var…
Çocukları var… Çocukları ağlıyor, bütün bunlardan kendinizi sorumlu
tutuyorsunuz. Çünkü biz bu işi çözseydik o çocuğun babası yanında
olacaktı. Bu kadar net… Ya da biz bu işi çözseydik o gerilla, o asker
annesinin yanında olacaktı. Ben her fotoğrafa baktığımda böyle
hissediyorum. İşin doğrusu bu benim açımdan taşınması zor bir yük.
Partideki bütün arkadaşlarım açısından da böyle. O nedenle biz bu
ölümleri durdurmak istiyoruz. Artık bu vicdanen de, siyasetçi
sorumluluğu açısından da bizi çok zorlayan bir durum. Hele hele bütün
bunları hissediyor olmamıza rağmen her gün suçlanıyor olmamız, bunu
“Kanla besleniyorlar” diye olmadık hakaretlerle, olmadık sıfatlarla
ifade ediyor olmaları bizi çok daha fazla üzüyor.
- Üstelik de kız alıp vermiş ve bu kadar iç içe geçmişken… Bir arada yaşıyorken…
Kim kendine saf Türk diyebilir, kim kendine saf Kürt diyebilir ki?
Bugün için kim kendini nasıl tanımlamak istiyorsa odur asıl olan. Yani
Kürt gelin, Türk damat hepimizin ailesinde var ama mesele sadece ikili
ilişkiler değil ki artık. Halk var ortada. Bir halkın sahip olması
gereken haklar var. Gelinin, damadın sahip olması gereken hakları
konuşmuyoruz ki! Tamam o toplumsal bir gerçekliğimiz. Ama oradan yola
çıkarak, “Biz kız aldık verdik, tavuklar da birbirine karıştı o yüzden
sorunumuz yok” diyemeyiz ki! Yani bu işin güzel tarafı tamam da,
Kürtlerin hiçbir sorunu yok anlamına gelmiyor. Halk olarak sorunu var
Kürtlerin. Yoksa gelin damat olarak değil!
Kaynak: haberdiyarbakir.com 22 Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder