Kürt halkının bugüne kadar gördüğü ve bugünde sürüp giden zulmü
yaşayan bir başka halkın var olduğunu tahmin etmiyorum. Bu zamana kadar
Kürtler gibi tarihin akışı içinde Ortadoğu üzerinde büyük güçler
arasındaki çatışmaların hep tutsağı oldular.
Bir
diğer deyişle, emperyalist güçler, Kürt meselesine kendi aralarındaki
çıkar çatışmasında birbirlerine karşı koz olarak kullandılar; onların
acıları pahasına kendi aralarında antlaşmalar yaparak, topraklarını
paylaştılar.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması
üzerine, bölgedeki halklar, özgürlük ve bağımsızlık talebinde
bulundular. Bölgedeki diğer halklar gibi Kürtler de bağımsızlık
talebinde bulundu.
1920’de SEVR antlaşması imzalandı. Bu antlaşma Kürtlerin
talepleri açısınrdan da cesaret vericiydi. Antlaşmanın üçüncü kısmında
(62.63, 64. Maddeler) belirlenen Kürt Halkı ve Kürdistan’ın bağımsızlığı
konusundaki feragatler söz konusu olduğunda Kürdistanın Musul vilayeti
içinde kalan kısmında yerleşik Kürtler bu bağımsız Kürt devletine
gönüllü katılmasına Müttefik Devletler hiçbir itirazda bulunmayacaktır.
Irak Kürdistan’ı bütünüyle Musul vilayetinin sınırları içindeydi. Kerkük
bölgesinde önemli petrol yatakları keşfedilmişti. Bu da bölgenin
önemini ve değerini daha da arttırıyordu. B u yüzden İngiltere ile
Türkiye arasındaki mücadele biraz daha derinlik kazandı. İlk petrol
15.10.1927 tarihinde Kerkük Bölgesinde Babagurgur kuyusundan fışkırdı.
Türkler durumlarının sağlamaya alıp Musul vilayetinin topraklarının
bir pardçası olduğunda ısrar etmeye başladığında İngiltere, Türklere
karşı Kürt meselesinei bir baskı unsuru olarak kullandı ve bunda da
başarılı oldu. İngiliz emperyalizminin Kürdistan’a bağımsızlık vereceği
konusunda Şeyh Mahmude Hafid’e (Berzenci) verdiği vaatlerde samimi
olmadığı davranışlarından anlaşılıyordu. Hatta Kürdistan’ın bağımsızlığı
mücadelesine fiili destek veriyormuş gibi davrandığı dönemlerde bile
zengin petrol yataklarının bulunduğu Kerkük bölgesinin Kürdistan’ın bir
parçası olup olmadığı konusunda hiçbir zaman net bir tavır içinde
olmadı.
İtilaf Güçleri 1923 tarihinde Lozan antlaşmasını imzalayarak Sevr
antlaşmasını geçersiz kıldılar. Böylece Kemalistler Kürt meselesi
konusunda eskisinden daha güçlü bir konuma geldiler. Bu uğursuz
anlaşmayla birlikte Kürtlere verilen tüm sözler unutuldu, vaatler yerine
getirilmedi, dolayısıyla Kürtlerin tüm beklentileri boşa çıktı.
Rahtlıkla diyebiliriz ki Lozan antlaşması, bu antlaşmanın ardından
yaşanan gelişmeler, özellikle Musul meselesine ilişkin süreç bütünüyle
Kürt çıkarlarının aleyhine olmuştur. Bir diğer deyişle Mazlum Kürt
Halkının haklarının ortadan kaldırılması pahasına gaspçılar arasında
mesele çözümlenmiş bulunmaktadır. Musul meselesinin çözülmesiyle İngiliz
emperyalizmi kalıcı ve belirleyici bir politik güç oldu. İstediklerini
elde eden İngiliz emperyalizmi bunun karşılığında o günden beri Kürtlere
baskı uygulayan güçlerin arkasında yer almaktadır.
Doğal olarak Kürtler, haklarını silip süpüren, vatanlarının
bölünmesine yol açan kararları kabul etmediler. Bu karar son planda
İngilizlerin çıkarları ile uyuşmadığı gibi, Türk ve Irak devletlerinin
çıkarlarına da uygun değildi. Kürtler peş peşe isyanlar çıkardılar.
Emperyalistlere ve haklarını gasp eden bölge devletlerine karşı
ayaklandılar. Bütün ayaklanmalar şiddetle bastırıldı.
Bu durumu ve bu karanlık dönemi en güzel şekilde Hint Lider Nehru,
kızı Indira Gandi’ye yazdığı bir mektupta anlatmaktadır..Nehru kızına
şunları yazar:
“Kemal Paşa 1925 ayaklanmasından sonra Kürtleri acımasızca
katletti. Binlerce Kürdü yargılamak için özel İstiklal Mahkemesi kurdu
ve Kürt liderini ve sıradan pek çok Kürdü darağacına gönderdi. Bunlar
son nefeslerini verirken Kürdistan’ın bağımsızlığı ümidini yitirmediler.
Özgürlükleri için savaşan Türkler, tarihin bir cilvesi olarak
özgürlüklerini talep eden Kürtleri eziyordu. Milliyetçiliğin, vatanı
koruma refleksinden, bir anda başkasının haklarına saldırmaya dönüşmesi
ne tuhaf……”
1919’da Irak’ta bir Kürt Devleti kuruldu ve Şeyh Mahmude Hafid
Kürdistan Kralı ilan edildi. Ancak kısa süre sonra İngilizler onun
aleyhine döndüler. MagerSoon Siyasi Yönetici olarak Süleymaniye’ye
gönderildi. Soon’UN GÖREVİ Şeyh Mahmud’un nüfuzunu sınırlamak ve onun
aleyhine komplolar kurmaktı, Şeyh Mahmudİngilizler’e başkaldırdı ve
20.5.1919’da Kürdistan’daki bütün İngiliz görevlileri tutukladı. Ancak
bir ay sonra Derbendi Baziyan savaşında yaralı olarak İngiliz
kuvvetlerine esir düştü ve ardından Hindistan’a sürgüne gönderildi.
Türklerin konumu biraz daha güçlenip Kürtlerin taleplerini bastırınca,
İngiliz emperyalizmi Şeyh Mahmud’u Süleymaniye’ye getirerek onu
14.9.1922’de yeniden Kürdistan Kralı olarak ilan etme gereğini duydu.
Şeyh Mahmud hareketi 1931 tarihine kadar gelgitler biçiminde sürüp
gitti. Şeyh Kürt Ulusul hareketinin lideri olarak görülüyordu. Yürüttüğü
ulusal mücadele O’nu Kürt Halkının nezdinde ölümsüz kıldı.
İngilizler Şeyh Mahmud’a taraftar olan herkese büyük bir öfke
duyuluyor, O’nun yolunda yürüyenlere göz açtırmıyordu. Bu yüzden hedef
seçtikleri Şeyh Ahmed Barzani’yi ve aşiretini yok etmek için harekete
geçtiler. Şeyh Ahmet açıkça İngiliz yönetimine muhalefet ediyor, onların
egemenliğine boyun eğmeye yanaşmıyordu.
9.12.1931 tarihinde Barzan bölgesi büyük bir saldırıya uğradı. (Pile Savaşı) Bu saldırı Barzan ayaklanmasının başlangıcı oldu.
Kaynak :Bakurd.com 18 Mart 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder