AKP Kürt sorunu karşısındaki sıkışıklığını gidermek, çözümsüzlük
politikalarına nefes aldırmak için dışarıda KDP’yi kullanırken, içeride
de sürekli sanki bir şeyler olacakmış havası vermektedir. Buna dayanarak
çözümsüz politikalarını sürdürmekte ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne
yönelik tasfiye politikalarının üstünü örtmektedir.
Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi geliştikçe AKP’nin
maskesi daha fazla düşüyor. Zindan direnişi bu maskeyi daha fazla
düşürdü. Artık AKP ve Tayyip Erdoğan gerçek yüzleriyle hareket ediyor.
Psikolojik savaşa ağırlık vererek ayakta kalmaya çalışan AKP, maskesi
düştükçe daha fazla saldırganlaşıyor. Tayyip Erdoğan’ın son zamanlarda
çok öfkeli olması maskesinin düşmesi ve elindeki argümanları bir bir
yitirmesi nedeniyledir.
AKP Hükümeti, Türkiye toplumunun Kürtlere karşı verilen savaştan
yorgun düştüğü ve savaşın sonuçlarından ağır biçimde etkilendiği
dönemde; diğer siyasi güçlerin teşhir olduğu ortamda iktidar oldu. Kürt
Özgürlük Hareketi’nin silahlı güçlerini Türkiye sınırları dışına çıkarıp
Kürt sorununda siyasi yoldan çözüm fırsatı tanıdığı bir dönemde iktidar
oldu. Demokrasi güçlerinin etkili olmadığı, daha doğrusu o güne kadarki
kirli savaş hükümetleri tarafından baskı altında tutulduğu süreçte
halkın demokrasi ve ekonomik refah istemelerinin istismar etmesi sonucu
boşluktan ucuz iktidar oldu. Kuşkusuz ABD’nin bölgeye müdahale edeceği
süreçte Türkiye’de işbirlikçi siyasal İslamcı bir hükümeti kendi
çıkarına görmesi de bunda etkili oldu.
Kürt sorununun gündemden düştüğünün düşünüldüğü bir dönemde AKP iktidar oldu. Nitekim Erdoğan 2003 yılında düşünmezseniz böyle bir sorun da olmaz, diyebilmiştir. AKP Hükümetinin Kürt sorununun çözümünde adım atmayacağı anlaşılınca Kürt Özgürlük Hareketi 2004 1 Haziran’ından itibaren direnişi yeniden yükseltti. Bu durum karşısında ilk önce Kürt cephesini parçalamak istemiş, bunu başaramayınca hem devlet hem de Kürt Özgürlük Hareketi’ni oyalama ve zaman kazanma politikası izlemiştir. Bunun uzun süre yürümeyeceğini görünce Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı bir savaş hükümeti olma kararını almıştır. Dolmabahçe mutabakatı böyle ortaya çıkmıştır. Bu mutabakat Kürt Özgürlük Hareketi’ni en iyi AKP tasfiye eder anlayışı üzerine kurulmuştur. Bu aynı zamanda Kürtleri en iyi ben kandırırım ve oyalarım anlamına gelmektedir. AKP o günden bu güne Kürt Özgürlük Hareketi’ni en iyi ben oyalar, ben ezer anlayışı üzerinden iktidarını pekiştirmiş ve bugünlere ulaşmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik siyasal çözüm için tanıdığı fırsatları da bu amacı için istismar etmiştir.
Gerilla AKP Hükümeti’ni şaşkına çevirdi
Kürt Özgürlük Hareketi bu oyalamayı bırak, artık adım at dediği anda
gerçek yüzünü ortaya koymuştur. Çünkü 12 Haziran 2011 seçimiyle birlikte
AKP’nin Kürt sorununda adım atmam konusunda hiçbir gerekçesi
kalmamıştır. AKP, kendisini güç yapıp 12 Haziran seçimlerini kazandıktan
sonra PKK’yi tasfiye edip etkisizleştireceğine inanmıştır. Onun için
bir yandan siyasi soykırım operasyonları diğer taraftan askeri imha
operasyonlarını aralıksız sürdürmüştür. Daha fazla operasyon, daha fazla
operasyon diyerek, baskıyı, zoru, şiddeti, savaşı her alanda
tırmandırmıştır. Kürt sorunu kalmamıştır diyerek, bu savaşın siyasi
mantığını ve hedefini ortaya koymuştur.
Ancak gerillanın kıştan başlayarak gösterdiği direniş, yazın gelişen devrimci halk savaş hamlesi, AKP Hükümeti’ni şaşkına çevirmiştir. Öyle ki, psikolojik savaşı artırarak ve asker ölümlerini gizleyerek ayakta kalmaya çalışmıştır. Basını tehdit etmesi ve “asker ölümlerini dünya vermiyor, siz neden veriyorsunuz” diye baskı yapması hükümetinin sallantıda olması nedeniyledir. Asker ölümlerinin gizlenmesi konusunda orduyla anlaşmıştır. Diğer kesimlere de bu, “teröre karşı mücadelenin psikolojik boyutu gereği yapılmaktadır” biçiminde dayatılmaktadır. Çünkü savaşın boyutu Türkiye kamuoyuna tam yansırsa AKP Hükümeti ayakta kalamazdı.
AKP Hükümeti en çok zorlandığı dönemde kongre yaparak bu durumdan
kurtulmaya çalıştı. Siyasal olarak o kadar sıkışıktı ki, bir iki etkili
eylem ve halk gösterisi AKP’yi sallar ve kongreyi de etkisizleştirirdi.
AKP yeni döneme güçsüz girer ve ayakta kalamazdı. Bu nedenle Kürt sorunu
konusundaki sıkışmışlıktan kurtulmak için yine psikolojik savaş
yöntemlerine ve hilelere başvurmaya yöneldi. Kürt Halk Önderine yönelik
tecrit ve savaşın tırmandırılması Türkiye toplumunda da geleceğe yönelik
umutları yok ediyordu. İşte bu ortamda Kürtlerde Abdullah Öcalan’ın
İmralı’da yaşayıp yaşamadığı konusunda kuşkuya düşüren haberler yaymaya
başladı. Böylece bir aile görüşmesi yapıp ortamı yumuşatmayı hedefledi.
Aynı günlerde Öcalan’la aile görüşmesi olur, gerekirse İmralı’da yeniden
görüşmeler başlar konusunu da tüm basında gündeme koydular. Bizzat
Başbakan televizyon televizyon dolaşıp bu yönlü konuşmalar yaptı. Tüm
bunlar kongrenin sakin ortamda yapılmasına yönelik psikolojik savaş
harekatlarıydı. Böylece ailenin kısa da olsa görüşme yapmasını
sağladılar. Sanki görüşmeler yeniden başlayacakmış havası yarattılar.
Kürt sorunu AKP’nin aşil topuğudur
AKP bir taraftan havayı böyle yumuşatıp kendine karşı yönelen
mücadeleyi hafifletmeyi hedeflerken diğer taraftan zorlanan ve
zayıflanan pozisyonunu, Barzani’yi kongrede konuşturarak, Mısır
Cumhurbaşkanı ve Hamas liderinin desteğini alarak güçlendirmeyi
hedeflemiştir. Aslında pozisyonları zayıf olanların kongresi haline
geldi. Sadece AKP değil, KDP, Hamas ve İhvan-ı Müslim kongresi haline
getirildi.
AKP Kürt sorunu karşısındaki sıkışıklığını gidermek, çözümsüzlük politikalarına nefes aldırmak için dışarıda KDP’yi kullanırken, içeride de sürekli sanki bir şeyler olacakmış havası vermektedir. Buna dayanarak çözümsüz politikalarını sürdürmekte ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik tasfiye politikalarının üstünü örtmektedir. Şu açıktır ki, bugün Kürt sorunu çözülmüyorsa, Türk devleti çözümsüzlükte ısrar ediyorsa, bunun birinci müsebbipleri KDP ve Türkiye’deki işbirlikçi Kürt çevreleridir. AKP bunlara dayanarak Kürt sorununda adım atmamakta, bunlara dayanarak Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı tasfiye harekatı yürütmektedir. Bunlara dayanarak binlerce Kürt siyasetçiyi zindanlara atmaktadır. Bunlara dayanarak Demokratik Özerklik olmaz, anadilde eğitim olmaz demektedir. Rojava Kürdistan’da da KDP ve ilişkili olduğu partilere dayanarak Kürtlerin Demokratik Özerklik statüsünü dağıtmayı hedeflemektedir. KDP bugün Kürtlerin birliğine destek veren değil, bu birliği dağıtarak Kürtlerin oluşturduğu statükoyu zayıf düşürmeye çalışmaktadır. Bunun karşılığında da Türkiye’nin desteğini alıp kendisini güney Kürdistan’da diğer siyasi güçler karşısında güçlü tutmaya çalışmaktadır. Yani dar parti çıkarları gereği kuzey Kürdistan ve Rojava Kürdistan halkının mücadelesine büyük zararlar vermektedir.
Ancak Kürt halkının tüm parçalarda yürüttüğü mücadele o kadar haklı
ve güçlü durumdadır ki AKP’yi bu yönlü payandalar ayakta tutmaya
yetmemektedir. AKP’nin ölüm orucu karşısında içine düştüğü durum ne
kadar zayıf konumda olduğunu göstermektedir. AKP gücünü toplumu
aldatmaktan ve oyalamaktan alıyordu. Bunu sürdürmekte zorlanınca aşil
topuğundan vurulmuşa dönmektedir. Kürt sorunu AKP’nin Aşil topuğudur. Bu
konuda bir çözüm politikası olmadığı, aksine kültürel soykırımcı
karakterde olduğu, bunun için de inkar ve imha savaşı yürüttüğü
anlaşılınca kendini ayakta tutacak güç kaynağı kalmıyor. Çünkü Kürt
sorununda çözüm zihniyeti olmayanların demokratik değil despot olacağı
ve baskıcı politikalar izleyeceğini Türkiye’de artık bir çocuk dahi
görmektedir.
AKP’nin bir çözüm politikası yok
AKP Hükümeti bu durum karşısında kendini ayakta tutmak için ikili bir
karakter ortaya koymaktadır. Son Abant toplantısında bu iki yüzünü de
göstermiştir. Erdoğan Kürt Halk Önderinin İmralı’dan çıkamayacağını,
avukatlarıyla görüştürülmeyeceğini söyleyerek, idam edilmediğine
şükredin demek istemiştir. Halkın çoğunluğu idamın yeniden gelmesini
istiyor diyerek zindanda kalmasına razı olacaksınız diyor. Kürt Özgürlük
Hareketi’ne karşı yürüttüğü kirli savaşı sürdüreceğini bir daha
haykırıyor. Böylece milliyetçi tabana dayanıp kendini ayakta tutmaya
çalışıyor. İdamı gündeme getirerek ben MHP’den daha fazla Kürt
düşmanıyım, daha milliyetçiyim, bu savaşı en iyi ben yürütürüm mesajı
veriyor. Ancak bu mesajı vermesi iktidarda kalmasına yetmez. Çünkü
Kürtleri en iyi ben aldatırım ve oyalarım diyerek bu güne kadar
iktidarda kalmıştır. İktidarda kalmasının en temel nedeni budur. Bu
nedenle hala böyle bir kapasitesinin olduğunu da gösterme ihtiyacı
duymaktadır.
İkili karakterinin bir yanı da Beşir Atalay ağzından dile
getirilmiştir. Yeniden görüşme zemini yaratıyorlarmış, yeni Oslo
başlatacaklarmış, ama bunu açlık grevleri bozmuş, sabote etmiş! Açlık
grevleri böyle bir şeyi nasıl sabote ediyor? Anlamak zordur. Eğer çözüm
niyeti olsa bu açlık grevleri güçlü bir zemin olur. Kürt sorununda
tıkanma yaratan temel konuları gündemleştirdiğinden değerlendirilebilir.
Ancak AKP Hükümetinin bir çözüm politikası yoktur. AKP’nin düşündüğü
tek şey aldatmak, beklenti yaratmak ve oyalamaktır. Bunu başarabilirse
“bakın Kürtleri en iyi ben idare ediyorum ve sistem içinde tutuyorum”
diyerek iktidarını sağlamlaştırmaktadır. Diğer söylemlerin hepsi bu
ikili karakterini gizlemeye yöneliktir.
‘Anadilde eğitim olmaz’ diyene artık kim inanır?
Kürt Halk Önderi İmralı’dan çıkmaz denilecek, ikide bir idam
hatırlatılacak, ondan sonra müzakere ve çözüm olacakmış denilecek!
Başbakanın düşüncelerini yansıtan provakatör başdanışmanı Kürt Halk
Önderine küfür edecek ama müzakere ve çözüm olacak! Bu, insanların
gözünün içine baka baka dalga geçmektir. ‘Anadilde eğitim olmaz,
anadilde eğitim istemek şeytanlık yapmaktır’; bu kadarı da çok fazla
denilecek, ama müzakere ve çözüm için çabadan söz edilecek. Bunlara
artık kimse inanmaz. Bir suda iki defa yıkanmaz. KCK yönetimi açıkça
Kürt Halk Önderi ile yapılacak görüşmeler artık İmralı’da olmaz
demiştir. Kürt Halk Önderi “sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarım
sağlanmadan artık yanıma gelmeyin” tutumunu ortaya koymuştur.
AKP Hükümeti ise önceki oyalama yaklaşımını sürdürmek istiyor. Zaten
bu yaklaşımı nedeniyle savaş şiddetlenmiştir. Bu yaklaşım bırakılmadan
bir şeyler olacaktı, sabote oldu demek demagojidir. Zaten sürekli AKP
bir şeyler yapmak istiyor, birileri de sabote ediyor diyerek bugünlere
gelinmiştir. Artık bu sözler inandırıcılığını yitirmiştir. Amiyane
deyimle bu sözler artık insanlara gına getirmektedir. AKP’nin ne attığı
adımlar vardır ne de onları sabote edenler. Bunlar bir algı yaratmak
için uydurulmuş şehir hikayeleridir. Buna tek bir örnek verilemez.
Aksine AKP ve Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi’nin attığı tüm
adımları boşa çıkarmış ya da sabote etmiştir. Bir hakikat varsa o da
budur.
Başbakan bir de yalan atıyor. Aile ile görüşme şimdiye kadar serbestti diyor. Aile bir buçuk yıldır defalarca başvurdu, hep olumsuz cevap verildi. Ancak ne zaman hükümet sıkışınca hile ve entrikayla kısa bir görüşmeyi sağladı. Şimdi çok sıkışınca Kürt Halk Önderi üzerindeki tehdit ve şantaj politikasını örtmek için aile ile görüşebilir, diyor. Tabii ki aile AKP’nin bu politikasına alet olmaz.
Açlık grevleri AKP’nin sonunun başlangıcı olacaktır
Başbakan bir diktatör edasıyla avukatlarla görüşmeler olmaz diyor.
Çünkü kendilerinin koyduğu kurallar çerçevesindeki bir görüşmeyi Kürt
Halk Önderi kabul etmiyor. Görüşmeler nasılsın iyi misin ekseninde
yaptırılarak böylece İmralı siyasi kimliğinden koparılmak isteniyor.
Kürt Halk Önderi de kimse beni bu duruma düşüremez diyor;. artık çözüm
getirmeyecek hiçbir şeyin parçası olmayacağını herkese gösteriyor.
Beşir Atalay’ın bir şeyler olacaktı sabote edildi sözü bir psikolojik savaş söylemidir. Böyle bir şeyin olmayacağı hem başbakanın söyledikleri hem AKP politikalarından bellidir. Kongre öncesi sadece kongreyi kurtarmak için toplumun kafasını karıştırmak ve beklenti yaratan bazı şeyler söylemiştir. Bu tür şeylere inanılmamasını Kürt Özgürlük Hareketi açıkça belirtmiştir. Ancak Kürtler içinde, hatta Kürt demokratik siyaseti içinde de duyguları ve olması gerekenler üzerinden bu tür şeylere inanan ve böylece AKP’nin oyununa gelenler olmaktadır. Artık bu tür şeylere kimse inanmamalıdır. Bu tür şeyler olursa bunu Kürt Özgürlük Hareketi açıklar. Beşir Atalay kirli savaşı örtmek için bu tür şeyler söylüyor. Bunlar AKP’nin psikolojik harekat merkezi tarafından planlanmış söylemlerdir. Kuşkusuz bunlar Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde söylenmektedir. Böylece hem milliyetçi çevrelere sesleniyor hem de demokratik güçler oyalanmak ve bu faşist politikalara karşı mücadeleden alı konulmak isteniyor.
AKP açlık grevcilerinin taleplerini dikkate almak yerine toplumu
aldatma peşindedir. Ancak AKP bu politikalarla kendini kurtaramaz. 1980
yılındaki zindan direnişi nasıl ki 12 Eylül’ün sonunun başlangıcı
olmuşsa bu zindan direnişi de AKP’nin sonunun başlangıcı olacaktır. AKP
zindan direnişinin bu gücünden kendisini kurtaramaz. Bu zindan
direnişiyle bir süreç başlamıştır. Bu da AKP’nin yenilgisi temelinde
Kürt sorunun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi sürecidir.
Bu açıdan açlık grevlerine destek vermek, bu açlık grevleri etrafında
mücadeleyi yükseltmek çok önemlidir. Hiç kimse AKP’den bir şey
beklememelidir. Sadece ve sadece mücadele Kürt sorunun çözümünü sağlar.
Bunun dışında her yaklaşım kendini kandırmak ve AKP’nin tasfiye
politikalarının değirmenine su taşımaktır. Düne kadar AKP’nin oyaladığı
çevreler de bu gerçeği görmeli demokrasi hareketinin saflara katılarak
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin yakınlaşmasına katkı
sağlamalıdırlar.
MUSTAFA KARASU
Kaynak: yeniozgurpolitika.org 06 Kasım 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder