Türkiye’de, ‘Özal öldü mü’, ‘öldürüldü mü’ tartışmaları yeniden
alevlendi. Ülke, tam 19 yıldır bu soruya doğru yanıtı bulamadı. Aslında
sorunun yanıtı ilk günden biliniyordu ancak 19 yıldır bilinen gerçek,
‘devletin bekası’ adına gizlendi…
Zira ‘devletin yüksek çıkarları’ bunu gerektiriyordu. Anlaşılan
devlet bu cinayet sırrını daha fazla kozmik odalarda saklama ihtiyacı
görmüyor. Devlet Denetleme Kurulu’nun 19 yıl aradan sonra Özal’ın
ölümünü ‘şüpheli’ bulması devletin kendi cinayetini aklamasından başka
anlama gelemez. Aynı devlet 19 yıl önce bunu bilmiyor muydu?
‘ÖZAL ÖLMEDİ; ÖLDÜRÜLDÜ!’
Kürtler için bu tartışma manasız. Manasız çünkü Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan, Turgut Özal’ın ani ölümünü duyar duymaz ilk tepkisinin,
‘adamı götürdüler’ olduğunu, yanında bulunanlar arasında yer alan Kemal
Burkay söylüyor. Öcalan, 18 Nisan 1993 günü yaptığı açıklamada ‘Özal’ın
öldürüldüğünü’ söylüyordu. Sonraki yıllarda Özal’ın ailesi de ‘ölmedi,
öldürüldü’ diyecekti. Özal’ın öldürüldüğünü açıklayan ilk isim olan
Öcalan Kasım 2009′da şu tespitte bulunmuştu:
“Özal Kürt sorununun çözümünde Amerika’nın verdiği rolü yerine
getiremeyince, güç getiremeyince tasfiye edildi. Avrupa da Kürt
sorununun çözülmesini istemiyor, çözümsüzlüğü derinleştirmeye
çalışıyordu. Özal ölmedi, öldürüldü.”
Öcalan, Ekim 2010 tarihli görüşme notlarında ise bu ölümün
kendilerine yönelik yapılan dört komplodan ilki olduğunu söyleyecekti:
“Bize karşı da çok önemli komplolar oldu; dört komplo dönemi var.
Birincisi Özal’ın öldürülmesiyle yaşanan Birinci Komplo Dönemi: Özal,
Kürt sorununa cesur bir biçimde yaklaştı. ‘Bu sorunu kesin çözeceğim,
çözmem gerekir’ diyordu. Oğlu Ahmet Özal, bu konuda kesin bilgiler
veriyor. ‘Babam bu işi kesin çözmek istiyordu’ diyor. O dönemde Özal’ı
kuşattılar, ordu içinde de çözüm isteyen herkesi tasfiye ettiler. Eşref
Bitlis, Bahtiyar Aydın gibi o dönem birçok subayı çözüm yanlısı
gördükleri için, kendilerinin önünde engel gördükleri için öldürdüler,
tasfiye ettiler. Bu konuda Talabani’nin de önemli bilgileri var.
Talabani ‘biz Eşref Bitlis ile çözüm noktasında aynı fikirdeyiz’
diyordu. Talabani ’93′te bunu bana söylemişti. O dönemde Uğur Mumcu gibi
bazı aydınları da tasfiye edip öldürdüler.”
Öcalan’ın ‘Özal ölmedi, öldürüldü’ açıklamalarından memnun olmayan
çoğu çevrenin bugünse ‘Özal ölmedi, öldürüldü’ demeleri elbette manidar.
Hükümet ise başka meselelerde olduğu gibi Özal’ın ölümü örneğini de
siyasi kazanca çevirmek istiyor.
Kürdistan ve Türkiye’nin toplumsal ilişki ve barışını etkileyen bu açık devlet cinayetinin her iki halka çok şey kaybettirdiği kesin. Tabii, bu yakın geçmişin öğretici tarafı da var. 12 Eyül darbesinin sivil kadroları arasında yer alan Özal’ın savaş politikalarından siyasi çözüm noktasına gelmesi ve ardından öldürülmesi; bundan sonraki süreç içinde tecrübe edinilmesi gereken bir sonuç. Dolayısıyla geçmişi hatırlamakta gelecek adına fayda var.
ÖZAL’LI YILLAR
1980 öncesi Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevinde bulunan
Turgut Özal, 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan hükümette
ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. 1983
yılında Anavatan Partisi’ni kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde
tek başına iktidar oldu; başbakan koltuğuna oturdu.
Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 15 Ağustos 1984’te Şemdinli ve Eruh eylemleriyle silahlı mücadeleye başladığında Özal, eylem haberini Emirgan’daki “Abdullah Efendi Lokantası”nda öğle yemeği yediği saatlerde aldı. Hasan Pulur o anı şöyle anlatıyor:
“Yemekte Çalışma Bakanı Dr. Mustafa Kalemli de var, başka kimseyi hatırlamıyoruz; bir ara görevli gelip Başbakana, ‘size telefon var’ dedi. O tarihte öyle cep telefonu filan yok, hatta el telefonları da…
Başbakan kalktı, müdürün odasına gitti. Biraz sonra geldi, yüzü
değişmişti; tabii bizde bir merak; ‘acaba ne oldu, niye, niçin, telefona
çağırdılar’ diye.Yemek sonrası, Özal, yarım yamalak açıkladı: ‘Üç-beş
çapulcunun marifeti’ dedi.”
Özal’ın yaşananın “üç, beş çapulcunun marifeti” olmadığını anlaması 8
yılına mal oldu. OHAL uygulaması başta olmak üzere, ABD’den Skorsky,
Cobra saldırı helikopterleri alınmış ve ancak savaş bir türlü
kazanılamıyordu. Savaşın gölgesinde Özal, 31 Ekim 1989′da TBMM
tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9
Kasım 1989 tarihinde bu görevine başladı.
1990’lı yıllar Kürdistan ve Türkiye için dönüm noktası oldu.
Kürdistan’da halk hareketi yükselmiş ve serhıldanlar dönemi başlamıştı.
1991 Körfez Savaşı, Ortadoğu’daki gelişmeler ve PKK’nin giderek büyüyen
mücadelesi yeni bir dönemin başladığının da, kanıtıydı. Özal, Kürt
meselesinin askeri yöntemlerle çözülmeyeceğini anlamış, Celal Talabani
üzerinden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan ‘ateşkes ilan et’
talebinde bulunmuştu. Bununla yetinmeyen Özal, bazı milletvekilerini
Öcalan’la görüşmeleri için Şam’a yolladı.Özal’ın teklifine Kürt Halk
Önderi Abdullah Öcalan yanına YNK Lideri Celal Talabani’yi de alarak
Lübnan’ın Bar Elias kasabasında bir basın toplantısı düzenleyerek yanıt
verdi. Öcalan, 20 Mart ile 15 Nisan tarihleri arasında ateşkes ilan
ettiklerini açıkladı. Sonra, 15 Nisan tarihinde de ateşkesin iki ay
uzatıldığını… Bu açıklamadan 48 saat sonra, 17 Nisan 1993′te Turgut Özal
yaşamını yitirdi. Olaydan üç yıl sonra ise Tansu Çiller’in emriyle, 6
Mayıs 1996′da Kürt Halk Önderi’ne yönelik başarısız bir suikast
düzenlendi.
Kaynak: Fıratnews.com 03 Kasım 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder