15 Aralık 2012 Cumartesi

Direniş Tarihinde Yine Bir Kürt Tanık Pîra Ayşe Ve Agiri İsyanı

Ablası Hannê, Agiri İsyanı’nda yer aldığında o henüz bir çocuktu. İsyan ardından Türk devletinin katliamlarına da yakından tanıklık etti. PKK’nin ilk önder kadrolarından Ahmet Kesip (Cemşit) ve arkadaşlarını ilk görenlerden biri oldu.

1927 Agirî İsyanı’nda o henüz küçük bir çocuktu. Ablası Hannê, isyan içinde yer aldı, Pira Ayşe ise, çocuk gözleriyle Türk devletinin isyanı kanlı bir şekilde bastırmasına vahşete tanıklık etti. Mıxtepe, Sığınak ve Geliyê Zilan katliamlarını da saklandıkları taş oyuklarından çaresiz bir biçimde izleyenler arasında yer aldı.

Türk devletinin katliamlarından dolayı Celali Aşireti’nin birçok üyesi gibi Dêmbat alanında yaşayanlar da, Ayıbeg yamaçlarındaki Celalilerin yanına göç etti.

YAŞINI KENDİSİ DE BİLMİYORDU

Pira Ayşe yaşının kaç olduğunu bilmiyordu. Çevresindekiler ise anlattığı olaylardan yola çıkarak, yaşını tahmin etmeye çalışıyordu. Yaşamının son anlarına kadar bilinci yerinde olan Pira Ayşe ile yolumuz, bir sonbahar gecesi, gaz lambasının aydınlattığı bir evin içinde kesişti. Yaşadıklarını yazmak için biraz zamana ihtiyaç duydum. Pira Ayşe’nin anlattıklarına bölgeden başka tanıklıkları da eklemek istedim. Yazma işini bahara erteledim. Çünkü bu topraklarda kar topraktan kalkmadan doğa yeşil örtüsünü bürünmeden dolaşmak birilerine ulaşmak mümkün değildi.

Ama olmadı. O’nun ağzından Agiri İsyanı’nı, göçleri dinleyemeden, bir çocuğun gözüyle Kürtlerin bu acı ve direniş tarihine bakamadan zamansız ayrılıverdi aramızdan.

İşte hikâyemizi yarım bırakan da bu ayrılık olacaktı. Zamansız gidişi, içimizi burkmuş olsa da, yine de yüzyıla varan yaşı ile canlı bir tarihin tanıklığını yapan bu kadının romanlara konu olabilecek hikâyesini, yaşadığı doğal yaşamını kısa da olsa okuyucularımızla paylaşmak istedik.

Köy sakinleri, doğal yaşamlarını sürdürdüklerinden dolayı yerleşkelerine ‘neolitik köy’ adını vermişlerdi. Tarih yaprakları 21.yy’ı gösterse de, onlar doğal yaşamlarından vazgeçmeden hayatlarını sürdürüyorlardı. Gecelerini gaz lambası ışığıyla aydınlatıyorlar, ısınmak için, yöre diliyle ‘kemre’ adını verdikleri tezekleri yakıyorlardı. Birkaç yüz küçükbaş hayvan ve birkaç inekten elde ettikleri süt ürünleri ile geçimlerini sağlıyorlardı. Bir de sürüleri, zaman zaman yük taşıttıkları birkaç uzun kulak dedikleri eşekleri vardı.

Yöre ve Celali aşireti ile nerdeyse özdeşleşmiş olan çobanlık, onların da en temel gelir kaynağını olmuştu. Pira Ayşe’nin evlenip çoluk çocuğa karışan torunlarının da geçim kaynağı çobanlıktı. Pira Ayşe, en büyük oğlu Seyit’in iki gözlü evinde torunları ile birlikte yaşıyordu.

Celaliler Kürdistan’da yurtseverliklerinin yanısıra bir de cesaretleri ile tanınan bir aşirettir. Bundan dolayı da birçok hikaye ve rivayete de konu olmuşlardır. Eskiden at çalmayana kız verilmezmiş, ne kadar doğrudur bilmeyiz ama böyle anlatılıyor. At çalma, cesaret ve atikliğin ölçüsü sayılırmış. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile tanıştıktan sonra Celaliler at çalmayı ayıp sayarak, geleneklerinden çıkarmışlardır.

Atalarının yaşadığı bu topraklarda gelenek ve göreneklerini yaşatarak, varlıklarını sürdürüyorlar. Gecelerini aydınlatan gaz lambasının loş ışıkları altında en fazla gecenin ilk çeyreğine kadar uyanık kaldıkları zamanlarda konu o gün köyde cereyan eden olayları ve yine çobanları ile koyunlardır.

Evdeki sohbetlerinin hemen hemen tümünün başlangıcını ve sonunu evin reisi konumunda olan Seyit tamamlardı. Seyit’in eşi ise, evin bir köşesinde kurularak, oralet rengini bile aşmayan küçük bardaklara çay doldurmakla meşguldü. Bir de evin gelini vardı, varlığını fazla hissettirmiyordu ama, gelenleri gaz lambası ile karşılayıp, mutfakta hazırladığı yemekleri kapı ağzından içeri uzatıp hızla uzaklaşırdı. Düzeni bozan biri vardıysa o da evin en küçük oğlu Heso idi. Zaman zaman babası Seyit’in konuşmasını bölerek, merak ettiğini sorar, meraklı gözlerle gelen misafirlere bakardı.

Bu yol yürüyüşü içinde tesadüfen evlerine misafir, sofralarına konuk olmuştum. Pira Ayşe ise yılların getirdiği yorgunluktan olsa gerek bir kenarda kıvrılıp yatıyordu. Gaz lambasının aydınlattığı odanın bir köşesine gözüm iliştiğinde yatanın bir çocuk olduğunu sanmıştım. Oysa o, canlı bir tarihti ve yılların getirdiği bir yorgunlukla dinlense de bilinci ve inancını her zaman koruyordu.

Yattığı yerden ani bir şekilde kalkmış, oğlu Seyit ile sürdürdüğümüz sohbete ortak oluvermişti. Sonbaharın bu serin gecelerinin birinde yollarımız kesişmiş, kafamda bu canlı tarihi yazma düşüncesi belirmişti. Ve yazmak üzere, 2011 baharında sözleşmiştik. Ama ne yazık ki ben ona ulaşamadan, bir ilkbahar akşamında sessiz sedasız gözlerini yaşama yummuştu.

Kaynak: yuksekovahaber.com 13 Aralık 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder