Ablası Hannê, Agiri İsyanı’nda yer aldığında o henüz bir
çocuktu. İsyan ardından Türk devletinin katliamlarına da yakından
tanıklık etti. PKK’nin ilk önder kadrolarından Ahmet Kesip (Cemşit) ve
arkadaşlarını ilk görenlerden biri oldu.
1927 Agirî İsyanı’nda o henüz küçük bir çocuktu. Ablası Hannê, isyan
içinde yer aldı, Pira Ayşe ise, çocuk gözleriyle Türk devletinin isyanı
kanlı bir şekilde bastırmasına vahşete tanıklık etti. Mıxtepe, Sığınak
ve Geliyê Zilan katliamlarını da saklandıkları taş oyuklarından çaresiz
bir biçimde izleyenler arasında yer aldı.
Türk devletinin katliamlarından dolayı Celali Aşireti’nin birçok
üyesi gibi Dêmbat alanında yaşayanlar da, Ayıbeg yamaçlarındaki
Celalilerin yanına göç etti.
YAŞINI KENDİSİ DE BİLMİYORDU
Pira Ayşe yaşının kaç olduğunu bilmiyordu. Çevresindekiler ise
anlattığı olaylardan yola çıkarak, yaşını tahmin etmeye çalışıyordu.
Yaşamının son anlarına kadar bilinci yerinde olan Pira Ayşe ile yolumuz,
bir sonbahar gecesi, gaz lambasının aydınlattığı bir evin içinde
kesişti. Yaşadıklarını yazmak için biraz zamana ihtiyaç duydum. Pira
Ayşe’nin anlattıklarına bölgeden başka tanıklıkları da eklemek istedim.
Yazma işini bahara erteledim. Çünkü bu topraklarda kar topraktan
kalkmadan doğa yeşil örtüsünü bürünmeden dolaşmak birilerine ulaşmak
mümkün değildi.
Ama olmadı. O’nun ağzından Agiri İsyanı’nı, göçleri dinleyemeden, bir
çocuğun gözüyle Kürtlerin bu acı ve direniş tarihine bakamadan zamansız
ayrılıverdi aramızdan.
İşte hikâyemizi yarım bırakan da bu ayrılık olacaktı. Zamansız
gidişi, içimizi burkmuş olsa da, yine de yüzyıla varan yaşı ile canlı
bir tarihin tanıklığını yapan bu kadının romanlara konu olabilecek
hikâyesini, yaşadığı doğal yaşamını kısa da olsa okuyucularımızla
paylaşmak istedik.
Köy sakinleri, doğal yaşamlarını sürdürdüklerinden dolayı
yerleşkelerine ‘neolitik köy’ adını vermişlerdi. Tarih yaprakları
21.yy’ı gösterse de, onlar doğal yaşamlarından vazgeçmeden hayatlarını
sürdürüyorlardı. Gecelerini gaz lambası ışığıyla aydınlatıyorlar,
ısınmak için, yöre diliyle ‘kemre’ adını verdikleri tezekleri
yakıyorlardı. Birkaç yüz küçükbaş hayvan ve birkaç inekten elde
ettikleri süt ürünleri ile geçimlerini sağlıyorlardı. Bir de sürüleri,
zaman zaman yük taşıttıkları birkaç uzun kulak dedikleri eşekleri vardı.
Yöre ve Celali aşireti ile nerdeyse özdeşleşmiş olan çobanlık,
onların da en temel gelir kaynağını olmuştu. Pira Ayşe’nin evlenip çoluk
çocuğa karışan torunlarının da geçim kaynağı çobanlıktı. Pira Ayşe, en
büyük oğlu Seyit’in iki gözlü evinde torunları ile birlikte yaşıyordu.
Celaliler Kürdistan’da yurtseverliklerinin yanısıra bir de
cesaretleri ile tanınan bir aşirettir. Bundan dolayı da birçok hikaye ve
rivayete de konu olmuşlardır. Eskiden at çalmayana kız verilmezmiş, ne
kadar doğrudur bilmeyiz ama böyle anlatılıyor. At çalma, cesaret ve
atikliğin ölçüsü sayılırmış. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile
tanıştıktan sonra Celaliler at çalmayı ayıp sayarak, geleneklerinden
çıkarmışlardır.
Atalarının yaşadığı bu topraklarda gelenek ve göreneklerini
yaşatarak, varlıklarını sürdürüyorlar. Gecelerini aydınlatan gaz
lambasının loş ışıkları altında en fazla gecenin ilk çeyreğine kadar
uyanık kaldıkları zamanlarda konu o gün köyde cereyan eden olayları ve
yine çobanları ile koyunlardır.
Evdeki sohbetlerinin hemen hemen tümünün başlangıcını ve sonunu evin
reisi konumunda olan Seyit tamamlardı. Seyit’in eşi ise, evin bir
köşesinde kurularak, oralet rengini bile aşmayan küçük bardaklara çay
doldurmakla meşguldü. Bir de evin gelini vardı, varlığını fazla
hissettirmiyordu ama, gelenleri gaz lambası ile karşılayıp, mutfakta
hazırladığı yemekleri kapı ağzından içeri uzatıp hızla uzaklaşırdı.
Düzeni bozan biri vardıysa o da evin en küçük oğlu Heso idi. Zaman zaman
babası Seyit’in konuşmasını bölerek, merak ettiğini sorar, meraklı
gözlerle gelen misafirlere bakardı.
Bu yol yürüyüşü içinde tesadüfen evlerine misafir, sofralarına konuk
olmuştum. Pira Ayşe ise yılların getirdiği yorgunluktan olsa gerek bir
kenarda kıvrılıp yatıyordu. Gaz lambasının aydınlattığı odanın bir
köşesine gözüm iliştiğinde yatanın bir çocuk olduğunu sanmıştım. Oysa o,
canlı bir tarihti ve yılların getirdiği bir yorgunlukla dinlense de
bilinci ve inancını her zaman koruyordu.
Yattığı yerden ani bir şekilde kalkmış, oğlu Seyit ile sürdürdüğümüz
sohbete ortak oluvermişti. Sonbaharın bu serin gecelerinin birinde
yollarımız kesişmiş, kafamda bu canlı tarihi yazma düşüncesi belirmişti.
Ve yazmak üzere, 2011 baharında sözleşmiştik. Ama ne yazık ki ben ona
ulaşamadan, bir ilkbahar akşamında sessiz sedasız gözlerini yaşama
yummuştu.
Kaynak: yuksekovahaber.com 13 Aralık 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder