Bağımsız Kürt devleti kavramı önümüzdeki 2013 yılında, bugüne dek olduğundan çok daha fazla telaffuz edilecek.“Bir Kürt devleti kurulmakta ve Bağdat bunu kabul edebilir’…
Ben demiyorum. David Hirst’ün Lübnan gazetesi ‘Daily Star’daki yazısının başlığı bu.
Önce, dünkü yazıda Peter Galbraith ile ilgili olduğu gibi, bu kez de David Hirst ile ilgili kısa bir bilgi notu.
David
Hirst, tüm ömrünü Beyrut’ta yaşayarak Ortadoğu’da geçirmiş olan 1936
doğumlu ve Oxford ve Beyrut Amerikan Üniversitesi mezunu bir İngiliz
gazeteci.
Yıllarca Guardian gazetesine yazdı. Bizim kuşağın,
bölge haberciliği ve yorumlarda, Le Monde Ortadoğu muhabiri Eric Rouleau
ile beraber bölge konusunda en bilgili gazeteci olarak örnek aldığı
ikinci isimdi. 2003 baskılı ‘The Gun and the Olive Branch’
(Silah ve Zeytin Dalı) adlı kitabı Filistin mücadelesi üzerine yazılmış
en yetkin kitapların başında gelir. 2010 baskılı ‘Beware of the Small
States: Lebanon, Battleground of the Middle East’ (Küçük Devletlere
Dikkat: Lübnan, Ortadoğu’nun Savaş Alanı) başlıklı kitabı ise Lübnan’ın
uzun savaş yıllarına dair yazılmış en mükemmel kitaptır.
Yazının başında başlığından söz ettiğim yazısının başlangıç bölümü şöyle:
“Geçen hafta Bağdat gazetesi Al-Sabah’ta, genel yayın
yönetmeni Abdülcabbar Şabbut’un Irak’ın Arapları ile Kürtleri arasında
‘ezeli sorun’un bir ‘Kürt devleti’nin kurulmasıyla çözümünün zamanının
geldiğini savunan yazısını okuduğum vakit şaşırdım. Herhangi bir Arap
çevresinde bu kadar açıklıkla böylesine sapkın bir düşüncenin dile
getirildiğini hiç duymamıştım. Kaldı ki, bu, herhangi bir Arap çevresi
de değildi. Sabah, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin ağzıdır. Şabbut,
‘Arap-Kürt işbirliğini barışçı yoldan sona erdirme’yi öneriyordu.
Önerisini B Planı olarak sunuyordu. A Planı şu anda yürürlükte olan
durum; yani Irak’ın merkezi hükümeti ile Kürt bölgesel hükümeti arasında
‘yeni Irak’ çerçevesi içindeki sürekli ‘diyalog’ hali…
Ama diyor Şabbut, A Planı hiçbir yere gitmiyor. Irak ordusu
ile Kürt peşmergelerin Kürdistan ve Irak’ın geri kalan sınırları içinde
karşı karşıya konuşlandıklarını ve bu gerginliğin her an bir savaşın
patlak vermesine yol açacağını gözlüyor.
Ve, bu gözlemde bulunan sadece Şabbut değil. Maliki’nin
kendisi. Maliki, eğer savaş patlak verirse, bunun, Saddam döneminde
olduğu gibi Kürt isyancılarla Bağdat arasında değil, ‘Araplar ile
Kürtler arasında bir etnik savaş olacağı’ uyarısında bulundu.
İster A Planı, ister B Planı, savaş ya da diplomasi yolu
olsun, son tehlikeli saflaşma bir şeyi açıga çıkarttı: ‘Kürt sorunu’
uzun tarihinde yeni bir aşamaya ulaşmıştır ki, o Arap Baharı adı verilen
bölge çapındaki muazzam değişimle iç içe geçerek, onun bir parçası
olmuştur.”
David Hirst, yazısının daha sonraki bölümünde, Irak’ta Kürtlerin bağımsızlık duygusunu hiç yitirmediklerini, ‘yeni Irak’ içinde kalmaya, ancak ‘eşit ortaklar’
olarak kendilerine davranıldığı takdirde razı olacaklarını ama gelinen
noktada, bunun gerçekleşmeyeceğini gördüklerini ifade ediyor ve
Kürtlerin, bağımsızlık öncesi geldikleri noktayı şu satırlarla anlatıyor:
“Öyle görülüyor ki, (Mesut Barzani) bağımsızlık adımını
atmadan önce yeni oyun kuran gelişmelerde bir başka gelişmeyi bekliyor:
Suriye’nin parçalanması. Bu, jeopolitik ortamı Kürtler lehine
değiştirebilir. Ama Kürtlerin bu değişimin gerçekleşmesi için gözlerini
diktiği çevre Türkiye’de. Bunu düşünüyor olmaları bile, tarihi açıdan
bakıldığında, komşuları arasında muhtemelen bir Kürt bağımsızlığından en
ziyadesiyle kaybedecek olanın Türkiye olduğu ve Kürtleri geçmişte
vahşice bastırdığı düşünülürse olağanüstü bir şey.”
David
Hirst, bununla birlikte, 2008’den itibaren Türkiye’nin Tayyip Erdoğan
hükümetinin bu yaklaşımı tepeden tırnağa değiştirecek adımlar atmaya
başladığının altını çiziyor ve Irak Kürtleriyle yakınlaşma politikasının
geldiği noktaya dikkat çekiyor. Ve Türkiye’nin Irak’ta bir ‘bağımsız
Kürt devleti’ni kabulüne yanaşabileceği imasını yaparak yazısını şu son
iki paragrafla noktalıyor:
“Bir bağımsız Kürdistan’ın Türkiye’ye karşılığında
sunabileceği cazip imkânların başında Türkiye’nin çok ihtiyaç duyduğu
zengin ve güvenilir petrol arzı ve hasmane bir Irak ile İran karşısında
bir tampon oluşturacak, istikrar içinde bir müttefik olması ve dahası
PKK’yı sınırlayacak bir işbirlikçi olması geliyor. ‘Kurtarılmış’ Suriye
Kürdistanı’nda güçlü bir şekilde konumlanarak PKK, şimdi bu alanı
Türkiye’nin kendisinde isyanı canlandıracak bir platforma dönüştürmeyi
tasarlıyor.
Erdoğan’ın Barzani’ye, bir Irak askeri saldırısı durumunda,
öngördüğü devleti koruma sözü verdiği bile ileri sürülüyor. Bununla
birlikte, bu söz, hiçbir zaman gerçekleşmeyebilir, zira B Planı’nı kabul
etmesiyle Maliki rejimi, aslında, Kürtlerin istedikleri gibi
ayrılmasına izin verecek sismik adımı düşünüyor.”
Eğer Maliki, David Hirst’ün yazısında ifade ettiği şekilde, Kürtlerle,
Çekler ve Slovaklar örneğinde olduğu gibi ‘medeni bir boşanma’
düşünüyorsa bu, gerçekten ‘fantastik’ bir tarihi adım olur.
Ne var ki, bu pek öyle kolay gerçekleşebilecek gibi de gözükmüyor. Maliki’nin kafasında, bugünkü ‘Kürdistan
Bölgesel Yönetimi’nin Irak’tan ayrılmasını kabullenmek olabilir. Ancak,
Irak Kürtleri için Kürdistan, Bölgesel Yönetim’in hükmettiği Irak’ın
eski Dohuk, Erbil ve Süleymaniye vilayetleri değil. Buna, Kerkük’ü ve
merkezi Musul olan Ninova vilayetinin bazı topraklarını ve ayrıca
Hanekin’i içeren Bağdat’ın kuzeydoğusundaki Diyala vilayetinin de bazı
topraklarını dahil ediyorlar.
Irak’ta ‘ihtilaflı topraklar’ denilen ve mevcut Irak anayasasının
140. maddesine göre çözümlenmesi gereken ‘sorunlar’, söz konusu bu alanı
ifade ediyor. Yani, Barzani, ya Maliki’nin yanaşabileceği
‘boşanma formülü’ olarak Dohuk, Erbil ve Süleymaniye vilayetlerinden
oluşan ve bugünkü KBY’nin hükmettiği alanı ‘bağımsız Kürt devleti’
olarak kabul ile iktifa edecek veya Kürdistan olarak tanımladığı daha
geniş coğrafyadan vazgeçmeyecek ise Irak anayasasının 140. maddesi
uygulanmayacağı sürece, bu sorunun çözümü için ‘çatışma’dan başka yol
görünmüyor demektir.
Tabii ki, Suriye’deki gelişmeler, tüm ‘denklem’i etkileyecek
nitelikte olacak ve Barzani’nin Suriye’deki gelişmelerin sonucunu
beklediği hükmü, bu açıdan isabetli sayılabilir.
Fakat, anlaşılıyor ki, her ne olursa olsun, ‘bağımsız Kürt devleti’ kavramı önümüzdeki 2013 yılında, bugüne dek olduğundan çok daha fazla telaffuz edilecek.
Türkiye, Şam’ın yanı sıra Maliki’nin Bağdat’ı ile de köprüleri
atarken ve Tahran ile sürtüşür, Barzani’nin Erbil’inden daha fazla
kendisine bölgesel dost ve müttefik bulamadığı bir döneme adım atmışken, şimdiden ne yönde evrilebileceği sezilen ama nasıl evrileceği henüz öngörülemeyen gelişmeleri nasıl yönetecektir?
Kendi ‘Kürt sorunu’ konusunda ‘çıkmaz sokakta patinaj’
yapmaktayken bölgesel yeni meydan okumalara ne kadar ve nasıl karşılık
verebilecektir?
2013’e girerken cevabı boşlukta sallanmakta olan sorular bunlar.
2013, muhtemelen bunların cevaplarını bir nebze daha netleştirecek. Bir ihtimal de bu sorulara yenilerini de ekleyecek olması.
Cengiz ÇANDAR
Kaynak: RADİKAL 26 Aralık 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder