Amin Maalouf’un son kitabı
‘Doğu’dan Uzakta’, Ortadoğu’nun günümüzdeki durumuna ilişkin çarpıcı
gözlemler içeriyor. Kitapta anlatılan hikayelerde biraz da Kürdistan’ı
buluyoruz.
Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, Semerkant, Işık Bahçeleri, Tonios
Kayası, Doğu’nun Limanları… Doğu’nun kokusunu, bilgeliğini, çoklu
hallerini, hoşgörüsünü okurlarına taşıyan yazar Amin Maalouf’un
kitapları. Şimdi de Doğu’dan Uzakta…
Birçok kimlik, kültür ve inancın birarada yaşadığı o Doğu’yu arıyoruz hala. Artık çağımızın çok uzağında kalan Doğu’yu. Belki de yeniden bizi o dönemlere götürdüğü için seviyoruz Amin Maalouf’u. Hayalini kurduğumuz hayatın kıvılcımları gezindiği için satırlarında… Oysa şimdi parçalanan, kanı damarlarından çekilen, çöle dönüşen topraklarıyla artık uzakta olan Doğu’dur o. Öyle ki topraklarında yaşayanlardan da uzaktadır. Asıl sorun da buradadır belki. Ancak her şeye rağmen sönmeyen bir umut da vardır.
Maalouf, „Doğu’dan Uzakta“ kitabında, yitip gidene özlemi, isyanı,
direnişi, sömürgeciliği ve kimlik sorununu ele alıyor. Farklı
medeniyetlerin birarada yaşadığı tarihteki Doğu’yu anlatıyor. En çok da
yazarın deyimiyle günümüzde kıyameti yaşayan Doğu’yu. Dolayısıyla
kitapta Ortadoğu’nun yaşadığı tarihsel, toplumsal sorunlara dair çarpıcı
gözlemler var. Kitapta yer alan mektupların da farklı bir tat verdiğini
belirtmek gerek.
Nesli tükenen insanlık
Nesli tükenen insanlık
Maalouf’un „Doğu’dan Uzakta“ kitabı, baş kahraman Adam’ın kaleminden
çıkan „Adımda doğmakta olan insanlığı taşıyorum, ama ben nesli giderek
tükenen insanlığa aidim“ sözüyle başlıyor. Adam, yazarın kendisi gibi
ülkesinde çıkan iç savaş ardından Fransa’ya yerleşir. Oysa savaştan önce
geleceği farklı bir şekilde hayal eden, umutları olan, entellektüel,
tartışan, farklı inanç ve kimlikten güzel bir arkadaş grubu vardır. İç
savaş ile birlikte ne ülkelerinde ne de dünyada hiçbir şey hayal
ettikleri gibi olmaz. Her biri başka bir yola savrulur; kimi gönüllü
sürgüne gider, kimi ölür, kimi kıyamet içindeki ülkede kalır. Artık
farklılıkların birarada yaşayabildiği Doğu Akdeniz ülkesinin yerinde
yeller esiyordur. Bu noktada başlayan Adam’ın isyanı, Maalouf’un da
isyanı olur.
Ülkeye yolculuk
Adam, uzun yıllar sonra eski arkadaşlarından birinin cenazesi
dolayısıyla yeniden ülkesine dönmek zorunda kalır. Kahramanın „Mekandan
çok zamanda bir yolculuk“ şeklinde tanımladığı yolculuğu böylece başlar.
Zorunlu başlayan bu dönüş, 16 günlük bir hesaplaşmaya dönüşür.
Okuyucuyu peşinden değil içine alarak sürükler. Gençliğinin izlerini
sürer, kalıntılar, izler, arta kalanlar, terk edilen evler, ‘çağın
ruhu’na uyan insanlar… Yolculukta tanıdık bir şeyler arar, kendisine
aşina olanları, yeni olanlarla ilgilenmez bile. Eski arkadaşlarını
yeniden biraraya getirmenin çabasına koyulur. Ancak döndüğü ülkesinde ne
insanlar, ne topraklar aynı kalmıştır. Dolayısıyla gençliğinin en güzel
dönemini birlikte geçirdiği arkadaşlarını ararken, birçok gerçekle
yüzleşir.
Maalouf’un arafı
Kitabı okudukça yazarın kendi hayatından da bir şeyler kattığını
düşünmemek mümkün değil. Zaten Maalouf da kitaba ilişkin verdiği
söyleşilerde bu gerçeği inkar etmiyor: „Uzun zamandır üniversite
yıllarımdan bahsetmek istiyor, ancak tereddüt ediyordum. Sanırım böyle
bir ihtiyacı hissetmenin bir yaşı var. Ardından insan bu arzusunu
gerçekleştireceği fırsatı da yaratıyor. Bu gençlik yıllarımı bir roman
aracılığıyla anlatmaya karar verdim. Adam’ın uzun yıllar sonra ülkesine
dönmesi, tam olarak benim yaşantıma denk düşmüyor olsa da.“ Doğu Akdeniz
ülkesi olarak tanımladığı yer açıkça belirtmese de ülkesi Lübnan,
anlattığı savaş ile Lübnan iç savaşıdır.
Doğu kendisiyle yüzleşmeli
Günümüzde Doğu’nun farklı aidiyetleri bağrında barındıran yapısının
bozulması, girdiği çıkmazı, ‘öteki’leştirilmesini anlatırken kimseyi
suçlamıyor. Nedenlere ilişkin ciddi tartışmalar yürütüyor kitap. Batı’yı
farkında olmaya ve Doğu’yu kendisiyle yüzleşmeye çağırıyor. Adam ile
radikal dinci arkadaşının arasında geçen bu diyalog gibi: „Niçin
ötekilerin kazandığını, bizim kaybettiğimizi anlamaya çalışalım.
Ülkemizi işgal etmelerine niye izin verdik? Niye az gelişmişiz, niye
bölünmüş ve örgütsüzüz, niye bağımlıyız? Başkalarının suçu diyebiliriz
hep. Ama er geç kendi eksikliklerimizle, kusurlarımızla,
sakatlıklarımızla yüzleşmemiz gerekecek. Er geç kendi yenilgimizle,
bizimki gibi bir medeniyetin uğradığı devasa tarihsel bozgunla
yüzleşmemiz gerekecek.“
Lübnan ya da Kürdistan
Yazarın kitapta ülkenin ismini vermemesi daha anlamlı ve belki de en
doğrusu. Zira burada anlatılan hikayelerin, Doğu’daki her ülkeye
uyarlanabilir bir gerçekliği var. Lübnan ya da Irak, Suriye, Mısır… Ya
da Kürdistan… Sanırım Kürt okuyucular da sık sık kendilerine
döneceklerdir. Çok kültürlü bir yapıdan parçalanan bir ülkeye, ardından
savaşın kıyamete dönüştürdüğü ülkeleri Kürdistan’a bir yolculuğa
çıkacaklardır. Hikayenin içine kimi sürgünde, kimi toprak tümseklerin
altında, kimi hala kıyametin içinde olan arkadaşlarını, yakınlarını
düşünmeden edemeyecekler.
Peki Adam’ın yolculuğu nereye varacak? Eski arkadaşlık bağları yeniden örülecek mi? Her biri hayatın başka bir kulvarına savrulan bu arkadaşlar birbirini anlayabilecek mi?
Bunu da okuyup görmek gerek.
Kaynak: yeniozgurpolitika.com 06 Aralık 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder