6 Aralık 2012 Perşembe

Her Doğu Hikayesi Biraz Kürdistan’dır

Amin Maalouf’un son kitabı ‘Doğu’dan Uzakta’, Ortadoğu’nun günümüzdeki durumuna ilişkin çarpıcı gözlemler içeriyor. Kitapta anlatılan hikayelerde biraz da Kürdistan’ı buluyoruz. 

Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, Semerkant, Işık Bahçeleri, Tonios Kayası, Doğu’nun Limanları… Doğu’nun kokusunu, bilgeliğini, çoklu hallerini, hoşgörüsünü okurlarına taşıyan yazar Amin Maalouf’un kitapları. Şimdi de Doğu’dan Uzakta…

Birçok kimlik, kültür ve inancın birarada yaşadığı o Doğu’yu arıyoruz hala. Artık çağımızın çok uzağında kalan Doğu’yu. Belki de yeniden bizi o dönemlere götürdüğü için seviyoruz Amin Maalouf’u. Hayalini kurduğumuz hayatın kıvılcımları gezindiği için satırlarında… Oysa şimdi parçalanan, kanı damarlarından çekilen, çöle dönüşen topraklarıyla artık uzakta olan Doğu’dur o. Öyle ki topraklarında yaşayanlardan da uzaktadır. Asıl sorun da buradadır belki. Ancak her şeye rağmen sönmeyen bir umut da vardır.

Maalouf, „Doğu’dan Uzakta“ kitabında, yitip gidene özlemi, isyanı, direnişi, sömürgeciliği ve kimlik sorununu ele alıyor. Farklı medeniyetlerin birarada yaşadığı tarihteki Doğu’yu anlatıyor. En çok da yazarın deyimiyle günümüzde kıyameti yaşayan Doğu’yu. Dolayısıyla kitapta Ortadoğu’nun yaşadığı tarihsel, toplumsal sorunlara dair çarpıcı gözlemler var. Kitapta yer alan mektupların da farklı bir tat verdiğini belirtmek gerek.

Nesli tükenen insanlık

Maalouf’un „Doğu’dan Uzakta“ kitabı, baş kahraman Adam’ın kaleminden çıkan „Adımda doğmakta olan insanlığı taşıyorum, ama ben nesli giderek tükenen insanlığa aidim“ sözüyle başlıyor. Adam, yazarın kendisi gibi ülkesinde çıkan iç savaş ardından Fransa’ya yerleşir. Oysa savaştan önce geleceği farklı bir şekilde hayal eden, umutları olan, entellektüel, tartışan, farklı inanç ve kimlikten güzel bir arkadaş grubu vardır. İç savaş ile birlikte ne ülkelerinde ne de dünyada hiçbir şey hayal ettikleri gibi olmaz. Her biri başka bir yola savrulur; kimi gönüllü sürgüne gider, kimi ölür, kimi kıyamet içindeki ülkede kalır. Artık farklılıkların birarada yaşayabildiği Doğu Akdeniz ülkesinin yerinde yeller esiyordur. Bu noktada başlayan Adam’ın isyanı, Maalouf’un da isyanı olur.

Ülkeye yolculuk

Adam, uzun yıllar sonra eski arkadaşlarından birinin cenazesi dolayısıyla yeniden ülkesine dönmek zorunda kalır. Kahramanın „Mekandan çok zamanda bir yolculuk“ şeklinde tanımladığı yolculuğu böylece başlar. Zorunlu başlayan bu dönüş, 16 günlük bir hesaplaşmaya dönüşür. Okuyucuyu peşinden değil içine alarak sürükler. Gençliğinin izlerini sürer, kalıntılar, izler, arta kalanlar, terk edilen evler, ‘çağın ruhu’na uyan insanlar… Yolculukta tanıdık bir şeyler arar, kendisine aşina olanları, yeni olanlarla ilgilenmez bile. Eski arkadaşlarını yeniden biraraya getirmenin çabasına koyulur. Ancak döndüğü ülkesinde ne insanlar, ne topraklar aynı kalmıştır. Dolayısıyla gençliğinin en güzel dönemini birlikte geçirdiği arkadaşlarını ararken, birçok gerçekle yüzleşir.

Maalouf’un arafı

Kitabı okudukça yazarın kendi hayatından da bir şeyler kattığını düşünmemek mümkün değil. Zaten Maalouf da kitaba ilişkin verdiği söyleşilerde bu gerçeği inkar etmiyor: „Uzun zamandır üniversite yıllarımdan bahsetmek istiyor, ancak tereddüt ediyordum. Sanırım böyle bir ihtiyacı hissetmenin bir yaşı var. Ardından insan bu arzusunu gerçekleştireceği fırsatı da yaratıyor. Bu gençlik yıllarımı bir roman aracılığıyla anlatmaya karar verdim. Adam’ın uzun yıllar sonra ülkesine dönmesi, tam olarak benim yaşantıma denk düşmüyor olsa da.“ Doğu Akdeniz ülkesi olarak tanımladığı yer açıkça belirtmese de ülkesi Lübnan, anlattığı savaş ile Lübnan iç savaşıdır.

Doğu kendisiyle yüzleşmeli

Günümüzde Doğu’nun farklı aidiyetleri bağrında barındıran yapısının bozulması, girdiği çıkmazı, ‘öteki’leştirilmesini anlatırken kimseyi suçlamıyor. Nedenlere ilişkin ciddi tartışmalar yürütüyor kitap. Batı’yı farkında olmaya ve Doğu’yu kendisiyle yüzleşmeye çağırıyor. Adam ile radikal dinci arkadaşının arasında geçen bu diyalog gibi: „Niçin ötekilerin kazandığını, bizim kaybettiğimizi anlamaya çalışalım. Ülkemizi işgal etmelerine niye izin verdik? Niye az gelişmişiz, niye bölünmüş ve örgütsüzüz, niye bağımlıyız? Başkalarının suçu diyebiliriz hep. Ama er geç kendi eksikliklerimizle, kusurlarımızla, sakatlıklarımızla yüzleşmemiz gerekecek. Er geç kendi yenilgimizle, bizimki gibi bir medeniyetin uğradığı devasa tarihsel bozgunla yüzleşmemiz gerekecek.“

Lübnan ya da Kürdistan

Yazarın kitapta ülkenin ismini vermemesi daha anlamlı ve belki de en doğrusu. Zira burada anlatılan hikayelerin, Doğu’daki her ülkeye uyarlanabilir bir gerçekliği var. Lübnan ya da Irak, Suriye, Mısır… Ya da Kürdistan… Sanırım Kürt okuyucular da sık sık kendilerine döneceklerdir. Çok kültürlü bir yapıdan parçalanan bir ülkeye, ardından savaşın kıyamete dönüştürdüğü ülkeleri Kürdistan’a bir yolculuğa çıkacaklardır. Hikayenin içine kimi sürgünde, kimi toprak tümseklerin altında, kimi hala kıyametin içinde olan arkadaşlarını, yakınlarını düşünmeden edemeyecekler.

Peki Adam’ın yolculuğu nereye varacak? Eski arkadaşlık bağları yeniden örülecek mi? Her biri hayatın başka bir kulvarına savrulan bu arkadaşlar birbirini anlayabilecek mi?

Bunu da okuyup görmek gerek.

Kaynak: yeniozgurpolitika.com 06 Aralık 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder