Ülkemizde 2013 Newroz’u ile başlatılan barış sürecinde devreye
akil adamların girmesi yeniden gündeme taşındı. Demokratik hukuk
devletlerinde sorunların çözümü için akil adamların öne çıkarılarak
görev verilmesi takdir edilecek bir durumdur.
Bu yöntemin; hukukun üstünlüğü ilkesini pratikte hayata geçiremeyen,
yargının, yürütmenin emrinde olduğu Ortadoğu’nun geleneksel devlet
yapıları için geçerliliği yoktur. Rousseau; “ yasama, yürütme, yargı
içice geçmişse, anayasa yok demektir”der. Ne yazıkki bölge devletlerinin
anayasal işlevleri, bu paha biçilmez sözün içeriğine çok yakın bir
konumdadır. Bu coğrafyada hukuk her zaman egemenlik sistemlerinin
doğrultusunda karar vermiştir. Hukuk’un üstünlüğünün bulunmadığı
ülkelerde akil adamların tarafsızlığından da söz edilemez. Varsa bile
sayıları oldukça az olmuştur ve sistem tarafından ya dışlanmış ya da
etkisizleştirilmişlerdir. Acımasız coğrafyada tarihte gördüğümüz devlet
egemenlerinin ruhlarında da adalet duygusu ya hiç olmamış ya da çok
zayıf olmuştur. Adaletsizlik, akil adamlarında çemberini daraltmış ve
onları yönetime bağımlı kalmaya adeta mahkum etmiştir.
Bilindiği gibi İslam aleminde Hz. Ali ile Muaviye arasındaki iktidar
kavgasında, tarihe HAKEM OLAYI olarak geçen, günümüzde seslendirilen
akil adamlar arabuluculuğuna benzer bir olay yaşanmıştır. Tanrı ile
insanlar arasındaki ilişkilerin henüz çok canlı olduğu bir dönemde
kutsal inançları kullanarak devletleşen Arap ileri gelenleri insanlık
tarihinde emsali görülmemiş bir iktidar savaşına girişmişlerdi.
İslam’ın zarar görmesinden, arapların fazla kan kaybından
endişelenenler, dökülen kanı durdurmak için taraflarca akil adam
sıfatına sahip iki vekilin tayin edilmesi kararlaştırılır. Gerek Hz.
Ali’nin gerekse Muaviye’nin azil yetkisi dahil, tüm yetkilerini
vekillere devretmesi önerisi kabul görmüştü. Hz. Ali, Basra valisi Musa
el Aşari’yi vekil tayin ederken Muaviye de entrikaları ile ünlü Mısır
valisi Amr bin As’ı vekil olarak görevlendirmişti. Kılıç şakırtılarının
susmadığı savaş meydanında, uzlaşmak için bir çadıra kapanan hakemler
vekaletini üstlendikleri Hz. Ali ile Muaviye’yi azletme kararını
alırlar. Doğruluğu temsil eden ve alınan kararların eksiksiz bir biçimde
taraftarlara aktarma prensibine bağlı kalan Musa el Aşari azil
konusunda alınan kararı açıklamasının ardından aynı kürsüye çıkan Amr
bin As, Musa el Aşari’nin azlettiği halife Hz. Ali’nin yerine, kendisine
verilen vekalet yetkisini kullanarak Muaviye’ye hilafet makamına
oturttuğunu ilan etmişti.
Böylece bölge egemenlerinin genetik yapısında var olan hile yeniden
hem de kutsanarak saltanatını yenilemiş ve günümüze kadar sürdürmüştür.
Hile, Muaviye’yi iktidara taşımakla kalmamış kutsal inanca da bir balans
ayarı vererek dini inancı egemenlik sisteminin emrine koyan bir kuruma
dönüştürmüştür. Bölgede önceden var olan hileye Muaviye tarafından
resmiyet ve kutsiyet kazandırılmıştır. O resmiyet, Emevi’nin 89 yıllık
iktidarından sonra Abbasi, Selçuklu, Osmanlı, İran sarayları hukukunun
gizli ama sık sık uygulanan en önemli maddesi olacaktı. Anadolu halkı da
Osmanlı’nın adaletsiz, baskıcı, katliamcı, aldatıcı politikasını
“Osmanlıda oyun bitmez” sözleri ile özetlemişti.
Kürt halkının gasp edilen haklarının iadesi ve özgürlüklerinin
tanınması yeni hukuki düzenlemelere bağlıdır. Çünkü devlet bu
özgürlükleri, adına hukuk dediği bazı uygulamaları da yasaklamıştı.
Çiçero : “ özgürlüğün tek yolu hukuktur ” der. Hukuki düzenlemeler
yapılmadan akil adamların da fazla bir işleri yoktur. Akil adamların
tarafsızlığı da yapılacak hukuki değişikliklere bağlıdır. William Godwin
“ Adalet bütün ahlaki görevlerin toplamıdır ” uyarısında bulunmuştur.
Kürt sorunu her şeyden önce ahlaki bir sorundur. Dünyanın küçüldüğü,
evrensel hukuk normlarının öne çıktığı bir dönemde hiçbir güç Kürtleri
yok sayan, inkar eden yasalarla yanında tutamaz. Irkçılığı,
muhafazakarlığı, ilkel milliyetçiliği koruma altına alan adalet sistemi
Ortadoğu’ya sadece kan ve gözyaşı hediye etmiştir. Yeni bir barış ve
kardeşlik düzeni, yeni bir adalet sistemi ile kurulabilir.
Günümüzden yaklaşık 2300 yıl önce yaşayan bilge Aristo’ya göre “
adalet devletten gelmeli. ” Devletin açtığı adil kanalla da yürüyemeyen
akil adamların manevra alanları oldukça sınırlıdır.
Bilge
Konfüçyus’a göre de “ adalet, kutupyıldızı gibi yerinde durur. Geriye
kalan her şey onun etrafında döner. ” Türk’lerle Kürt’ler arasında
oluşturulan adaletsiz, karanlık tünele eşitlik getiren bir ışık
verilmeden mumun etrafında dönen akil adamlar pervanesi ışıktan nasibini
alamaz, gözleri kamaşır ve birbirlerine çarparak tek tek mumun
dibindeki karanlık zemine düşerler. Onun için önce yüksek frekanslı bir
adalet ışık kaynağını Ankara’da hayata geçirmek gerekir. Magna Carta’da “ adaleti geçiktirmeyin ” demiştir.
Zaten, ülkemizde yaşanan tüm acıların temel nedeni adaletin
geciktirilmesidir. Adalet geciktikçe, sorunlarda çığ gibi büyüdü.
Topluma askeri darbelerle giydirilen hukuk kaftanı dar gelmeye başladı.
Sivil iktidarlar köklü bir değişiklik yerine kendi çıkarlarına uygun
değişiklikler yapmayı tercih ettiler. Bu da toplumu rahatlatmadığı gibi
zamanla yönetimi de zorladı. Darbe anayasaları güçlüyü ve zalimi
koruyacak biçimde hazırlandı. Asimilasyona karşı direnen Kürtleri
eritmeye, sindirmeye, yok etmeye yönelikti. Mevlana Celaleddin-i
Rumi’nin ifade ettiği gibi “dikene su veriliyordu.” Mevlana: “ adalet
ağaçları sulamaktır, zulüm ise dikene su vermektir” diyordu. 90 yıllık
cumhuriyet yönetimi sırasında, Kürt coğrafyasında dikenlere bol bol su
verilirken ormanlar kurumaya terk edildi. Bölgede içinde adaletin mayası
bulunmayan bir güç kullanıldı. Bu da Kürt halkının direnişini
örgütleyerek yaygınlaştırdı.
Biz, yine yazının başında ifade edildiği gibi akil adamlar meselesine
dönelim. Oluşturulacak havuza bırakılan balıklar belli oldu. Ali el
Aşari’nin mi, yoksa Amr bin As’ın rolünü oynayanlar mı öne çıkacak hep
birlikte göreceğiz. Kürt sorunu gibi ciddi bir toplumsal olayın
çözümünde görev alacak insanların siyasal iktidarların insiyatifi
dışında görevlendirilmeleri, bölgenin geleneksel devlet yapısına
aykırıdır.
Ortadoğu egemenlik yasası gereği iktidarlar kendilerine açık veya
gizli biat etmeyen şahsiyetlerin yer almadığı bir uzlaşmaya evet demez.
Oluşturulan akil adamlar listesinin tabandan değil, tavandan, hatta
iktidar piramidinin zirvesi tarafından belirlenmiştir. Bu da geleneksel
Ortadoğu devlet yapılanmasına uygun Muaviye’vari bir taktiktir.
Kürt’lerin önemli bir bölümünün buna kuşkuyla baktıklarını düşünüyorum.
Maşallah; Tahran, Ankara, Bağdat ve Şam sarayları Kürtlere oyun
oynayacak, kendini kamufle etmiş Amr bin As’lar la doldurulmuş.
Gerçek
anlamdaki akil adamların görevi; haklı ile haksızı, mazlum ile zalimi
birbirinden ayırmaktır. Uzlaşma masasında tarafsızlığını sergileyemeyen
ezilenden yana tavır koymayanların akil adamlığından kuşku duyulur ve
başarı şansları da yoktur. Temennimiz doğruluğun açık sözlülüğün
dürüstlüğün sembolü olan Musa el Aşari gibilerinin havuzda çoğunlukta
olmaları ve alınacak kararlarda etkili olmalarıdır. Böyle olursa barış
iyi mecra da ilerlemeye devam eder. Biz Kürt’ler adil bir hukuk sistemi
ile karşılaşmadığımız için ruh sağlığımızda bozulmuştur ve güvensizlik
içindeyiz. Ruhsal yapımızı dinamitleyen içinde yaşadığımız siyasi statü
idi. Onu ayakta tutmak için çok acımasız bir hukuk düzeniyle karşı
karşıya bırakılmıştık. Gerçi bilge Eflatun “ adaletsizliği işleyen,
çekenden sefildir ” demişti. Ancak, bilgenin bu sözünün Ortadoğu’da
kıymet-i harbiyesi yoktu. Çünkü devlet kutsaldı ve yönetenler
zorlandıklarında adaletsizliği semanın buyruklarına dayandırıyorlardı;
Hallac-ı Mansur’un infazında olduğu gibi. Tüm hukuksuzluklarına rağmen
yönetenler sefilliği kabullenemiyorlardı. Sözde hukukla sağlanan tüm
inkar ve imhaya rağmen onu işleyenler efendi, yok sayılanlar sefildi.
Akil adamların ilk işi adil davranmaktır. Çoğunluktan yana olma korkusu yaşanmamalı. Hindistan ulusal kurtuluş hareketi lideri GANDHİ : “ haksızlık yapıp herkesle birlikte olmaktansa, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir ”
sözü, toplumda akil adam tanımına giren her aydının, sanatçının,
yazarın değişmez, vazgeçilmez şiarı olmalıdır. Tecrit olma, tek başına
kalma endişesi yaşanmamalıdır. Adalet duygusu gıdaların en önemlisidir.
İnsanı yalnızlığa itse bile rahatsızlık yapmaz. Yaşam boyu insanı mutlu
kılar. Vicdan azabı çektirmez. Dik durmayı, dik yürümeyi sağlar. Akil
adamların her olumlu adımı Kürt ve Türk halkını eşitlik temelinde
yakınlaştırır. Açılan yaraların hızla sarılmasına katkı sunar.
Kutsal
bir görev olarak tarihe geçer. Umarım bu kez doğruluk, entrikanın önüne
geçer. Yalanın, hilenin yüzyılları aşan saltanatı son bulur. Özlemimiz
olan daha adil, daha demokratik bir ülkeye kavuşmaktır. Barış içinde ve
bir arada özgürce yaşamaya kavuşuruz. 1930 ‘lu yılların adalet bakanı
Mahmut Esat Bozkurt’un hukuk anlayışı tarihe karışır. Efendi ile köleler
kardeş olur. Akil adamların atacakları her eşitlikçi adımı saygıyla
karşılamak gerekir. Ancak unutmamak gerekir ki eşitlik adalet ile
sağlanır. Kürtlere önce adaletin kapısı aralanmalıdır. Dilleri,
kültürleri ve yok sayılan etnik değerleri güvence altına alacak hukuki
düzenlemeler yapılmalı. Kısacası Kürt’ler her şeyden önce kendilerinden
bahseden bir adalet istiyorlar.
Korkarım tasarlanan barışı kutlamak ve yaşatmak için Türk aktörlerin
boynuna takılacak madalya som altından, Kürt aktörlerin boynuna
takılacak olanın ise hafifçe altın rengi verilmiş erken paslanmaya
elverişli tenekeden yaptırılsın. Oysa kalıcı barış ve onurlu bir
beraberlik için hazırlanacak madalyaların ayarı aynı olmalı; hatta
mazlum ve ezilen tarafı onure etmek için , onun boynuna takılan barış
nişanının ayarı daha fazla olmalıdır. Barış pazarlığında Kürtleri
küçümseme mantığı; uzun vadeli bir kardeşliğe, bir arada yaşamaya katkı
sunmaz ve açılan yara istenilen sürede kapanmaz.
İhsan Çölemerikli
Kaynak: yuksekovahaber.com 11 Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder