Seyîd Abdulqadir, Şêx U. Nehrî, Şêx Seîd, Seyîd Riza, Şehidlerin
serweri Qazî Mihemed vd şehitlerimiz ile hayırla yad ettiğimiz ulusal
tarihimizde yer alan tüm değerli şahsiyetlerimizin aziz anıları
hatırına, Kurdistan’a Barış getirelim…
Kürdistanlı gençler arasında yaşanan olumsuz durumlardan dolayı,
bütün Kürdistanlılar gençlerini sağduyuya çağırdı. Beroj yazarı İsmet
Aydemir, dün köşesinde Kürdistan’ın geleceği için her iki tarafa da hem
tepki hem de olayların büyümemesi için mesajlar vermişti. Aydemir, bugün
yine köşesinde yaşanan olaylarda provokasyonlara dikkat çekerek,
Kürdistan şehitleri üzerine Kürt gençlerini seslenerek, “Kavgayı
büyütmeyin Kürdistan’a Barışı getirelim” dedi.
İşte ismet Aydemir’in yazısı
“Kürdistan’a Barış”ın ayak seslerine destek çağrısı!
Evet, Kurdistan’da barışın ayak sesleri duyulmaya başladı.
AZADÎ İnisiyatifi arabuluculuğuyla, Kürdistan’ın iki büyük siyasi
oluşumu, diplomatik ve siyasi yeteneklerini de kanıtlayarak talihsiz bir
sürtüşmeyi büyümeden önlediler. Bu sevindirici gelişme, hasret
kaldığımız barışın daha somut adımlar atılarak geliştirilmesi yönündeki
arzu ve umutlarımıza daha bir bilinç ve özveriyle sarılmamızı emrediyor…
BDP’ye, HÜDA-PAR’a ve AZADÎ Înisiyatifi’ne, özellikle de AZADÎ’nin
Genel Koordinatörü Adem Özcaner, Basın Sözcülerinden Adnan Fırat ve
-bağışlasın ama- hepimizin günah keçisi ilan edilen kalbi Kurdistan
aşkıyla ve rabbine iman ile çarpan AZADÎ kurucularından Avukat Sıdkı
Zilan’a ayrıca tüm içtenliğimle teşekkür ediyorum; Yüreklerimizde uzun
zamandır bekleyen barışın tohumunu sulandırdılar.
Malum, dün başlayan talihsiz sürtüşme bugün yerini korku dolu bir
tedirginliğe bırakmıştı. Dün sitemizde yer alan bir haberde, AZADÎ
İnisiyatifi yetkililerinin ulusal sorumluluk bilinciyle taraflarla
yaptıkları görüşmelerden, sağduyulu davranılması yönündeki çağrılarına
olumlu yanıt aldığını okumuştuk.
Bügun de, AZADÎ’nin taraflara yaptığı çağrının ve tarafların
verdikleri olumlu yanıtların sinyallerini bekliyorduk. Ve bu
görüşmelerin meyvesini de, herhangi bir kavgaya mahal vermeden sorunun
giderilmesiyle almış olduk.
Olay mahalline giden BDP’li vekillerimiz, öfkeli kalabalığı
sakinleştirmeye çalıştıktan sonra, müdahalede bulunan Türk polisleriyle
kısa süreli çatışmaların akabinde kitleyi gerginlik mahallinden
uzaklaştırıyorlar.
HÜDA-PAR’lı yetkililer de, sürtüşmeye gerekçe olan paneli
gerçekleştirirken ve sonrasında Rûspîler aracılığı ile, öfkeli
kalabalığı, karşıt gruptan hakaret ve saldırı olsa bile hiçbir şekilde
karşılık verilmemesi yönünde telkinlerde bulunarak yatıştırıyorlar.
Anlaşılmış bulunmaktadır ki, istersek her türlü provokasyonlara
rağmen kavga etmeyebiliriz. Yine anlaşılmıştır ki, tarafların karşılıklı
özverisi olmadan sükunet sağlanamaz. Yine anlaşılmıştır ki, eski
yaraları kaşımak yerine uzlaşmayı esas almak hepimizin huzuru ve
Kurdistan’ın selameti ve iç barış için öncelikli adım olmalıdır.
Evet, şimdi Kurdistan’da iç barış zamanı. Bu ustaca başarılmış “kriz
yönetme” becerisinin ardından siyasilerimizden, Rûspîlerimizden bu
hayırlı ve yürek serinletici başarının devam ettirilmesini talep
etmeliyiz.
Atlatılan bu kardeş kavgası krizinde, taraflardan talep gelmesini
beklemeden yoğun diplomasi trafiğiyle başarılı bir şekilde
gerçekleştirdiği arabuluculuk misyonunun sahibi AZADÎ İnisiyatifi’ni,
daha etkin bir şekilde iç barış için tarihi bir sorumluluk üstlenmeye
davet ediyorum.
Barışa hasret ülkemizin her kesiminin de destekleyeceğine olan
inancımla, hem genel Kurdistan kamuoyunun olumlu kanaat ve teveccühü hem
de diğer tüm siyasi oluşumlar nezdindeki itibarı ile AZADÎ İnisiyatifi
öncülüğünde Kurdistan’a Barış için bir kampanya başlatalım.
“Kurdistan’a Barış” kampanyasıyla; hem AZADÎ İnisiyatifini, hem
çeşitli kesimlerden kanaat önderlerini, aydınlarımızı, yazarlarımızı,
sanatçılarımızı, ulemamızı, Dedelerimizi, Kurdistanlı diğer dinlerden
din adamlarımızı, gazilerimizi, şehid ailelerini, lekeli yakın mazimizin
zarar görmüş yaralı gönüllerini, Barış Anneleri’ni, annelerimizi,
evliliğe hazırlanan genç kızlarımızı bu kutsal göreve davet edelim.
Bu hususta itiraz edebilecek kardeşlerimden de ricam, lütfen, haklı
da olsanız tüm çekincelerinizde, iç barışa şans tanıyalım. Önce tarafsız
olan bizler adım atalım ve öfkelerimizi gömerek bu hayırlı girişime
öncülük edelim. Biz üzerimize düşen tarihi ve ulusal sorumluluğu yerine
getirelim. Barışa olumlu yanıt vermeyenleri de daha somut bir kanıt
üzerinden hep birlikte mahkum edelim.
Yüreğimizi ferahlatan atlatılmış bir krizi tarihi bir fırsata
dönüştürmeliyiz. Daha sıcaklığı soğumadan bu ulusal uzlaşıyı barışa
dönüştürmeliyiz. Bu altın fırsat kaçmamalı. Ülkemize huzur bahşedecek
özverimizi sergilemekten imtina etmeyelim. Göreceğiz ki, her şeyden ve
herkesten önce bize, Kürtlere, Kurdistan’a elzem olan barış aslında çok
da zor değilmiş. Göreceğiz ki, aslında enerjimizi tüketen, yüreklerimizi
hayattan soğutan kardeş kavgaları çok da gerekli değilmiş. Göreceğiz
ki, siyasi ve ideolojik rekabet kavgasız ve kansız da olabiliyormuş hem
de çok kolay ve daha zevklice…
Öyleyse gösterelim, görülmesi gereken ve oldukça da gecikmiş bulunduğumuz iç barışı…
Ki;
İbrahim ile Kawa’nın kavgasından dolayı egemenliklerini sürdüren
Nemrud ile Dehak’ın sevinçlerini kursaklarında bırakarak dört parçanın
kalbi Paytext Amed’i, başkalaştırılmış ulusal kişiliklerimizi yeniden
diriltmek/inşa için ilham kaynağı kılalım…
Birbirimizle kavgalarımızda harcadığımız enerjiyi ülkemizin imarında,
özgürlüğüne ulaştırmada, dünya devletleri ve ulusları arasındaki saygın
yerimizi yeniden kazanmaya, gözlerimizin önünde eriyen ulusal/dini
değerlerimizi yeniden diriltmeye, çekilirliği kalmamış hayatlarımızı,
“yarın ölecekmişcesine hazırlıklı ve hiç ölmeyecekmişcesine doyumsuz”
yaşanabilinir kılalım…
Sokaklara ve dilenciliğe düşürülmüş çocuklarımızın yürek yakan
halleri hatırına, sağ ve sol yazıcı meleklerini bile kedere boğan
annelerimizin ve gelinlikli kızlarımızın feryadufiganları hatırına,
sıcak yataklarından alınarak soysuzca öldürülenlerimizin ahları
hatırına, hepimizin liderleri olan Seyîd Abdulqadir, Şêx U. Nehrî, Şêx
Seîd, Seyîd Riza, Şehidlerin serweri Qazî Mihemed vd şehitlerimiz ile
hayırla yad ettiğimiz ulusal tarihimizde yer alan tüm değerli
şahsiyetlerimizin aziz anıları hatırına, Roboski’nin hatırına, daha dün
yüreğimizin orta yerinde öldürülen Murat İzol’un hatırına,
cezaevlerindeki on binlerimizin hatırına Kurdistan’a Barış getirelim…
Yalvarıyorum. Lütfen feryadımızı duyalım, duyuralım… Lütfen, lütfen,
lütfen bize hayatı yaşanılır kılacak barış için merhamet gösterelim.
Yorgunuz hayatı sürdürmekten. Yüreğimiz ve beynimiz kavgalı.
Ayaklarımızın yürüdüğü istikametler, gözlerimizin baka kaldığı ufuklar
ile yüreklerimizin asılı kaldığı hayal ve umutlarımız ayrı yönlerde…
Umudumuzu çökerten mevcud hayatlarımızı, kaldırılamaz ağırlığını
hafifleterek idame ettirmek adına; kimimiz asimilasyona teslim olmanın
utancına, kimimiz batmakta olan gemiden atılan değersiz eşyalar gibi
görmeye başladığı o kendisini kendi yapan değerlerinden uzaklaşmaya ve
kendisiyle çatışmaya, kimimiz değişimin parametrelerine aykırı bir
biçimde ansızın en umulmadık uç yönelimlere, kimimiz ülkesinden ve
ulusal gerçekliğinden kopuk ve fantastikleştirilmiş hakikatlerin
dehlizlerine gömülerek üç maymunu oynamaya, kimimiz entelektüelizmin
sihirli dünyasında kaybolmaya evriliyoruz. Ki, belki bir nebze de olsa
hayattan tat alabilelim. Ama nafile, yaralı ve kirli de olsa vicdanımız,
ulusal değerlerimizden ve hakikatlerimizden uzaklaştırsa da çileli
okumalarla edindiğimiz bilgileri taşıyan beynimiz buna da izin vermiyor…
Dini, siyasi, ideolojik, ailevi, sosyal, kültürel, ticari
hayatlarımız paramparça. Sükunet bulmak için sığındığımız ve bin bir
emek ile, özveriyle kurduğumuz dostluklarımızın, arkadaşlıklarımızın,
aşklarımızın, ailelerimizin, ortak çalışmalarımızın akibeti, -en basit
hatalarımızda bile- birikmiş hınçlarımızı kusarak kavgayla, hüsranla,
düşmanlıkla bitiyor…
Aynı örgütsel yapıda yer alanlarımızın bir çoğu bile özel
ilişkilerinde birbirleriyle kavgalılar. Hayatlarımızı tüm
lanetliliğiyle, tek kişilik olarak sürdürmeye çalışsak da o tek
kişiliklerimiz bile kendi içinde parçalanmış ve çoklu kişiliklerimizle
kavga halinde…
Artık hiçbir şeye tahammülümüz kalmadı. Hayata tutunmak istiyoruz.
Bizi bundan mahrum etmeyelim. Bir kere olsun olanca samimiyetimizle
kendimizle barışmayı son şansımız olarak deneyelim. Kendimize karşı bu
kini, anlamsız ve aptal gururu, kibri bırakıp hayatlarımızı yaşanılır
kılalım.
Ve ben yarından itibaren beni kırdığına inandıklarımdan, hatta son
günlerde barış eli uzattığım ama tutmayarak beni kibrimin ateşine
düşüren kardeşlerime yeniden gidecek ve onlardan af dileyerek
barışacağım, haklılığımı barışa kurban edeceğim! Ki, af ediciliğin
yücelticiliği ve barışın rahmetiyle azap içindeki yüreğim ölmeden önce
huzur bulsun!
Kendimizle barışalım ve Kurdistan’a Barış getirelim!..
Ki, ibadetlerimizi, şiirlerimizi, stranlarımızı, ticaretimizi,
ihtiraslarımızı, hırslarımızı, aşklarımızı, sevdalarımızı, siyasal ve
ideolojik mücadelelerimizi, entelektüel birikimlerimizi, lorilerimizi,
govendlerimizi, zikirlerimizi, günahlarımızı yaratıcı rekabete
dönüştürerek yaşamdan sevinç ve zevk kotaralım!
Lütfen, “Kürdistan’a Barış” için bu sesi çoğaltalım, henüz kesilmemişken ebediyete…
Hayatla kavga etmekten yoruldum. Yüreğimle, beynimle kavga etmekten
yoruldum. Artık ülkemde ölüm duymaya, acı görmeye, dram betimlemeye
tahammül edemiyorum. Yüreğim, annelerimizin ve genç kızlarımızın
ağıtlarıyla uğulduyor! Sokaklara düşürülmüş kömür gözlü çocuklarımızın
ciğerime kezzap gibi dökülen el uzatışları, yalvarışları karşısında
ağlamaktan başkaca bir şey yapamaya yapamaya artık umursamazlığa
evrilmişliğimle sürdürülebilir göremiyorum hayatı! Lanet umum evlere
düşürülmüş kız kardeşlerimi gören gözlerimden nefret ediyorum,
erkekliğimden tiksiniyorum!
Diasporalara sürülmüş bakurlu, rojhilatlı, rojavalı kardeşlerimin
trajedilerine derman olmak için imkansızlıklar içinde çırpınmama rağmen
hiç bir şey yapamamak, yapmaya çalışırken kırmak, tanrıymışım da gücüm
elimden alınmışcasına derin bir kibre gark olmak, Nemrud’un beynindeki
sinek gibi çıldırtıyor inancımı! Ya ülkesinden göçertilerek Türk
metropollerinde onurunu zedeleyen işlere mecbur bırakılan köylerimizdeki
babalarımın karabasan gördürten ahvali karşısındaki cinnetim!
Birileri bana bunun bir kabus olduğunu söylesin! Ömrümün yarısını
henüz geçmiş iken ölümü arzulamaktan bile utanır oldum; beşikte, rahmet
olan anne kucağında, en ilahi mekan anne rahminde, en masum oyunların
neşesinde, sevdalarının baharında, sükunet yataklarında ölüme
sürülenlerimizin matemi karşısında! Kürdistan’a dair belleğim, acıdan,
kederden, trajediden, katliamdan, ihanetten, utançtan, boynu
büküklükten, sefaletten, ölümden başka bir şey anımsatmıyor bana!
Kurdistan’a dair umut ve hayallerim ise bu belleğe ve yaşadığım ana dair
sadece ve sadece ıslık çalmak gibi! Çocukluğumun en masum anılarına
huzur bulmak için döndüğümdeyse, gençliğimin ve son demlerimin
anılarından geçmek durumunda kalıyor ve bir korku tüneline girmişcesine
çığlık atıyorum! Şahsen tanıdığım ve öğrendiğim yüzlerce, tanımaya
başladığım binlerce, cezaevlerine düşmüş kardeşimin eşleri ve
çocuklarının perişanlıkları Vahşi bir mızrak olup ciğerlerime saplanıyor
ve düşüyorum Hamza misali, yaşama kaygısına ve ganimete yenilerek elde
ettiğim Uhud vadisi niteliğindeki hayatıma!
On yıl öncesinden birbirimizi hainlikle, milliyetçilikle suçlayarak
artık görüşmez olduğum İslamcı bir kardeşimin iki ay önce beni arayarak
dile getirdiği feryadını aktarmak istiyorum:
“Sevgili İsmet, senden ve kendimden nefret ediyorum. Ama yine de sana
duyurmak istedim acımı. Param var, imanım var, çocuklarım var, düzenim
var ama mutlu değilim dostum. Uyuyamıyorum. Çıldıracağım. Artık inancım,
tecrübelerim, bilgilerim, umutlarım ruhumun acılarını dindirmeye
yetmiyor dostum! Soruyorum sana, hatta sevgili Allah’ıma da. Bu nasıl
bir imtihan! Allah’ım izin ver de sitem edeyim. Neden tüm bilgilerim
ruhumun acısını teskin etmiyor. Ne olacak memleketimizin hali? Neden bir
şey yapacak gücüm yok. Otuz yıldır okuduğum doğrularımın kaynakları
neden Lat ve Uzza gibi kör, sağır ve dilsiz! Ya vicdanım, evet evet ya
vicdanım neden susmuyor!.. Hani nerde Musa! Musalarımız bile bizden
berbat durumda, çıktıkları Tuva’dan inmeye korkuyorlar! Ya Harun! O da
Musa’yla resullük/iktidar kavgasında! Hani On Emir! On Emir önümüzde
Trilyon Emir olarak duruyor ve çözdükçe bitmez bir bilmece! Bak sevgili
kadim dostum, Allah’ın avukatları kızmazsa, sen kızmazsın ya, yine de
izin ver sormama; nasıl başarılı çıkabileceğiz bu imtihandan! Rabbim,
bizi aynı mekan ve zamanda Musa’nın, İsa’nın, Lut’un, Yunus’un,
İbrahim’in, Muhammed’in kavmi yaptın ama içimizden bir tek resul
çıkarmadın! Bu saatten sonra da çıkartsan galiba ilk reddenlerden biri
de ben olacağım, lakin senden başka kimseye güvenimiz kalmadı! Huzur
İslam’da ama ne İslam’dan huzur çıkarabildik ne de İslam’da huzur
bıraktık, lanetliliğimizle! Lanet olsun hepimize! Para lazım olursa
çalışmalarınız için gel al, vicdan terapisi olmasın diye almayacaksın ya
seni lanet herif!” dedi ve kapadı telefonunu…
Takva sahibi kardeşimin rabbine yalvarısı karşısında tek kelime
edemedim, ılık göz yaşlarımın dışında. Ne diyebilirdim ki! Dişlerinden
tırnaklarından artırarak Kürtçe dergi ve çalışmalarda bulunan
kardeşlerimize para lazım da diyemedim. Diyemedim işte. Bu da ayrı bir
hastalık ya. Hasta halimizle doktorluk oynuyoruz ya Allah’ım ne
diyeyim!.. Gündelik günahlarımın ardından gecenin kahırlı uykusuzluğunda
gerçekleştirdiğim tek oturumluk namazda sessizce, “Son sığınak ve tüm
sığınakların sığınağı sensin, haydi bindir bizi Kürtlerin ceddi Nuh’un
(a.s) gemisine ve vardır özgür ülke Kurdistan’a barış içinde…
Geciktirirsen, yine de sen rabbim ve ilahımsın ama bil ki sana
geleceğim, doruklardan uçarak!..
Huzur bulmak istiyoruz rabbim huzur, huzur!.. Buluştur artık ruhumuzu, dört parçaya ayrılmış bedenimizi barışla buluşturarak!
Kurdistan aşkı mıdır beni hayata tutunduran son şey, yoksa çağdaş
Beko olan kardeş kavgasından ulaşılamaza/kavuşulamaza dönüştürülen
Kurdistan aşkı mıdır beni ruhsal acılarımı dindirmeye davet eden,
bilemiyorum. Bildiğim tek şey, yüreğimde ağıt sesleriyle beynimdeki ölüm
senfonileri beni dağlara oradan da sonsuzluğa bir kartal gibi kanat
çırpmaya davet ediyor!
Sonsuzluk/ölüm çağrısı sadece şahsıma münhasır değil. Bunca dram ve
trajediye rağmen hala bu sesleri duymayan varsa vicdanlarından şüphe
duymalılar! Gördüğüm gözlerin, uğradığım yüreklerin, kokladığım acıların
tümünden aynı sesler geliyor. Geliyor da henüz çoğu dile getirmeye
cesarete edemiyor. Edemiyorlar çünkü onlar sadece kendilerinin ve az
sayıdakilerin böyle olduğunu düşünerek kardeşlerinin yaşama sevinçlerine
gölge düşürmek istemiyorlar.
Bir kere, bir kere de olsa son bir kez hayata tutunmamıza yardımcı olalım! Bir kere, bir kere de olsa bu şansı deneyelim;
Kendimizle barışalım ve Kurdistan’a Barış getirelim!..
Ki, ibadetlerimizi, şiirlerimizi, stranlarımızı, ticaretimizi,
ihtiraslarımızı, hırslarımızı, aşklarımızı, sevdalarımızı, siyasal ve
ideolojik mücadelelerimizi, entelektüel birikimlerimizi, lorilerimizi,
govendlerimizi, zikirlerimizi, günahlarımızı yaratıcı rekabete
dönüştürerek yaşamdan sevinç ve zevk kotaralım!
Lütfen, “Kürdistan’a Barış” için bu sesi çoğaltalım, henüz kesilmemişken ebediyete…
Kaynak: haberdiyarbakir.com 11 Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder